Pazartesi, 26 Ekim 2015 01:00

Emperyalizm Medyası ya da Medya Emperyalizmi (II)

Yazan
Öğeyi Oyla
(1 Oyla)

 EMPERYALİZM MEDYASI YA DA MEDYA EMPERYALİZMİ(II)

     Yeni kitle iletişim araçlarının, multimedyanın, televizyonun henüz olmadığı, gazetelerin baskı ve dağıtımının yetersiz olduğu, okuma yazma oranlarının düşük olduğu dönemlere dönecek olursak; o dönemlerde en etkili kitle iletişim aracı hiç kuşkusuz radyo olmuştur. Bu nedenle radyo, işitsel iletişim, siyaset ve propaganda tarihine adını “radyo savaşları”, “radyonun altın yılları” ya da “parazit savaşları” olarak yazdırmıştır.

     Radyo yolu ile medyatik propaganda tarihinde Almanya örneği oldukça çarpıcı bir örnektir. Hitler dönemi, toplumların medya gücüyle ya da diğer bir tabirle gücün medyası ile nasıl etki altına alındığının en bariz göstergesidir. Bugünün küresel medyasının şekillenmesinde o dönemden bu döneme adeta projeksiyon tutmuş, medya emperyalizminin temel felsefeni inşa etmiştir.

     Almanya’da Hitler’in başbakan seçilmesi ve NSDAP(Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi- kısaca Nazi Partisi)’nin 30.01.1933’te hükümeti devirmesi radyo içinde kökten değişiklik anlamına gelir. Bütün radyo şirketlerinin hakları Goebbels’in başında bulunduğu Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanlığı’na geçer. Goebbels’in amacı kökten bir şekilde tüm halkı radyo aracılığı ile nasyonal sosyalizm adına etkilemektir. Geliri düşük ailelerin radyoları olmadığı için kitleye daha rahat ulaşmak amacıyla ucuz radyo üretimine başlanır. Bu kategoride ilk üretilen “Volksempfänger 301” (Halk alıcısı-301 sayısı iktidarı ele geçirme tarihi olan 30.01.1933’ü hatırlatmak için) Radyo artık birçok evde bulunmaktadır ve radyo dinlemek de artık ayrıcalıklı sınıflara mahsus değildir. Yabancı yayınlar ise dinlenememektedir ve bir şekilde yasal olmayan yollarla dinlendiği anlaşılırsa dönem dönem ölüm cezaların varana değin yaptırımlar uygulanmıştır.

Hitler’in iktidara geldiği 1933 yılında, yaptığı 50 konuşma radyodan halka yayınlanır, tüm halk da onun konuşmalarını büyük bir heyecan ve merakla bekler. Hitler konuşurken inanılmaz tonlara çıkabilmektedir. Bilinçli olarak çok sessiz konuşurken birden konuşma bağırma ile bitebilmektedir. Hitler konuşmaları ile hem içerik hem de tonlama olarak dinleyicilerin iç dünyalarına ve duygularına seslenmektedir. Konuşmalarında kendisini tarihi bir figür olarak ön plana çıkartmaktadır. Hitler halkına onları sadece 1920’li yıllardan beri süregelen ekonomik krizden kurtulmayı değil kendisine itaat etmeleri şartı ile 1000 yıl sürecek bir imparatorluğun da müjdesini vermektedir.

     Savaş zamanlarında radyo yayıncılığı çok önemli bir hale gelmiş ve Avrupa devletleri tarafından politik çatışmalar için sıkça kullanılarak II. Dünya Savaşı’nın çıkmasına neden olunmuştur. Propaganda, savaş sırasında komünizm ve faşizmin yükselişinde de önemli bir rol oynamış ve yeni bir bilimsel seviyeye ulaşmıştır. Hitler propagandayı her yönüyle ciddiye alan, iç ve dış siyasette bunu usta bir şekilde kullanan sayılı liderlerden biri olmuştur. Başarılı bir propaganda yöntemiyle Alman kamuoyunu arkasına almış, böylece yalnız Alman halkını harekete geçirmeyi değil, bazı Avrupa uluslarını da etkilemeyi başarmıştır.

     II. Dünya Savaşı radyo üzerinden kasıtlı olarak yanlış verilen bir haberle başlamıştır. Bir SS başkanı ve 4 SS askeri 31 Ağustos 1939’da Gleiwitz radyosuna sivil olarak girer ve radyo personeli bağlanarak bodrum katına kapatılır. Havaya atılan birkaç el atıştan sonra Almanca ve Polonyaca olarak radyodan yapılan duyurular ile savaş resmen başlar. Yapılan haberlere göre radyo Polonyalıların eline geçmiş, Polonya Almanya sınırlarını ihlal etmiştir. Hitler yaptığı bir açıklama ile savaş açma sebebini şöyle açıklamaktadır: “Bu akıllara zarar olaya bir son vermek için zor kullanmaya karşı zor kullanma ile cevap vermekten başka çarem kalmadı. Alman ordusu Alman halkının gururu ve hakları için büyük bir kararlılıkla savaşını sonuna kadar verecektir. Tüm askerlerden, Alman askerliğinin geleneklerine göre sorumluluklarını sonuna kadar yerine getirmelerini bekliyorum...”

     Hitler Almanya’sında buna benzer birçok örnek mevcuttur. O dönemlerde radyo, Goebbels tarafından kitleleri etkileme açısından en modern ve en önemli araç olarak tanımlanmıştır. Alman radyosu 1950’li yılların sonlarına kadar devlet propagandasında çok önemli bir rol almıştır. Bugünden geriye baktığımızda, belki de o dönem görsel medya olsaydı Hitler bu kadar etkileyici olamayacak ve hatta Charli Chaplin benzeşmesiyle komik bir duruma da düşebilecekti. Bu bile bize medyanın algı yönetimindeki etkisinin işaretlerini vermeye yeterli olmaktadır.

     Günümüzde de küresel medyanın birçok bölgeden dünyaya aynı anda canlı olarak savaş görüntülerini ve işgalleri yayınlaması medyanın yönlendirme, kabullendirme ve algı yönetimindeki etkisine, kısaca bu dönemin "medya emperyalizmi"ne en yakıcı örnektir. Hibrit savaşlarda medya başaktör ve neredeyse oyun kurucu konumuna yükselmiş durumdadır. Bazen, tersine manipüle diye adlandırabileceğimiz taktik ve stratejilerle toplumlar ajite edilerek hibrit savaşlar oluşturulmakta ve toplum katmanlarına ve hatta ülkelere müdahale meşrulaştırılmaktadır. Meselâ tamamen medya ağırlıklı operasyonlar diyebileceğimiz; 2005 yılında Danimarka’daki “Karikatür Krizi” ve 2015 yılında Fransa’da Charlie Hebdo dergisinin bilinçli ve kasıtlı manipülatif yayınları neticesinde, bir taraftan Müslüman toplumlarda amaçlanan infial uyandırılırken, diğer taraftan da İslam dışı toplumlarda “İslamofobi” güçlendirilmiştir.

     Küreselleşme, yerelliği yeniden üreten bir süreç olarak, yerellikleri yok etmek yerine kendine eklemlemektedir. Bu açıdan bakıldığında, “yerelleşme kavramı, küreselleşmenin yaşam biçimleri arasındaki farklılıkları ortadan kaldırmasını gizleyici bir işleve sahiptir. Küreselleşme süreci farklılık söylemi vasıtasıyla, yarattığı sonuçlara karşı direnme odaklarını zayıflatmaktadır.

     Küresel medya düzeninin temelini ticari gelir kaygıları oluşturmakta, küresel yayın kuruluşları, demokrasi, insan hakları, özgürlükler, kamu yararı ve ulusal kültür gibi toplumsal hiçbir endişe taşımamaktadır. Küresel medya düzeninde bireyler “tüketici” olarak görülmekte, tüketicinin seçme talebini artırmak için çaba harcanmaktadır. Televizyonlarda yayınlanan diziler, filmler, yarışmalar, reality showlar vs. bir taraftan kültürel erozyona devam ederken diğer taraftan araya giren reklamlar tüketimi körüklemekte ve ince bir işçilikle hafızada yer etmesi sağlanmaktadır.

     Ülkemize Batıdan, patentine milyon dolarlar ödenerek ithal edilen bir takım yarışma ve reality showların kültürümüze verdiği zararların ve topluma açtığı derin psiko-sosyal yaraların telafisi maalesef yok. Geleneklerinde ve inanç sisteminde mahremiyetin nedenli önemli olduğu bir toplumda Biri Bizi Gözetliyor (BBG Evi) tarzı lümpen yarışmaları, para ve kazanma hırsı ile birbirleriyle acımasızca savaşan Survivor gibi ya da Fear Factor gibi insan onurunu yerlerde süründüren ve saymakla bitiremeyeceğimiz benzer ucube programları kendi kültürümüzün, değerlerimizin neresine monte edeceğiz. Televizyonlar, benzer programlar aracılığıyla evlerimizi Ortaçağ arenalarına dönüştürmüş durumda.

     Küreselleşme sürecinin getirdiği teknolojik gelişme, kamuoyunu yönlendiren, ikna eden ve rıza üreten kitle iletişim araçlarının hayatımızdaki öneminin daha da artacağını göstermektedir. Ve fakat medya, kamuoyunu yönlendiren çok önemli bir güç haline geldikçe, medyayı da yönlendirmek isteyen başka güçler ortaya çıkmıştır ve çıkacaktır. Çünkü çok karmaşık bir yapıya sahip olan kamuoyuna nüfuz edebilmenin en kestirme ve etkili yolu, medyayı manipüle etmekten geçmektedir. Ve burada şunu hatırlatmak gerekiyor: Medyanın gücü de, gücün medyası da göz ardı edilirse, hem medyaya hem de güce mahkûm olunur.

Okunma 5711 defa Son Düzenlenme Pazartesi, 26 Ekim 2015 16:56
Hüseyin Caner AKKURT

Araştırmacı-Yazar

Yorum eklemek için giriş yapın