Birbirlerini tanımayan kilometrelerce uzaktan Asya’dan, Avrupa’dan ve Afrika’dan onlarca insan ümmete umut gördükleri İstanbul’a koşagelmişlerdi.
Rengarenk yöresel kıyafetlerin defilesi haline dönüşen salonlarımızda savunma sanayii üzerine akademik sunumlar başlamıştı.
Herkes karınca misali çalışıyor, kongremizin başarılı bir şekilde icra edilmesi için insanüstü bir çaba sarf ediyordu.
Kongremizi tüm Dünya’ya duyurmak için çekim ve röportajlar yapan televizyonlardan birinin kamerası karşısında hazırlık yapıyoruz.
Bir anda gözlerinden hüzünle karışık sevinç gözyaşları akmak isteyipte önüne set çekmiş heyecanıyla yanımda beliriverdi Kongre İdari sekreter yardımcımız Mehmet Utkan.
Abi ne oldu bilemezsin! Kameraman bana bakıyor. Ben Utkan şimdi sırası mı diyorum? Ama bir türlü gitmiyor yanımdan. Belli ki benimle heyecanını paylaşmadan rahat bırakmayacak.
Hadi söyle bari diyorum. Bir an önce dinleyip kamera karşısına geçmek isterken o söze başlıyor.
Az önce akademik bildiriler sunulurken ASYA salonundan sunumu olan Burkinefaso’lu akademisyenimizi bulamıyoruz. Herkes onu bekliyor. Arkadaşlarla seferber olduk. Son anda AFRİKA salonuna bakmak geldi aklımıza.
AFRİKA salonuna bakınca bizim Burkinafaso’lu akademisyenimizi orada bulduk. Hocam ne yapıyorsunuz sıranız geldi. Sizi arıyoruz.
Şaşkın bakışlarla bize bakarken benim sunumum burada değil mi? Ben AFRİKALIYIM. Bu salonun kapısında da AFRİKA yazıyordu. Sandım ki biz AFRİKALILAR burada bildirimizi sunacağız.
Ona sarıldım. Gözlerim dolu. Yok Hocam yok. Sizin salon ASYA salonu derdemez,gözleri ışıldadı ve gözpınarlarından hafifçe bir sızım yaş kaydı. Öylece sustuk. Kolkola karnesini başarıyla almış ilkokul talebeleri gibi sek sek yaparak ASYA salonunda ki yerimizi aldık.
Utkan bunları anlatırken boşluğa bakakalmış ve son yüzyıldır makus talihini kırmaya çalışan batı emperyalizmi altında sömürülerek inim inim inleyen o siyahi kardeşlerim geldi gözümün önüne.
Bir anda asırlar öncesine Nebevi hareketin sesi Bilali Habeşî’ye gitti hayalim. Öyle ya Bilal’i Habeşi (ra) Efendimizin emaneti değil miydi bu siyahi kardeşlerimiz. Ezilmişlik altındaki esaretten kurtulmak için biz kardeşlerini bekliyorlardı.
Üzerimize vazife olan bu yükü nasıl taşıyacaktık. Asırlardır bizlerin sancağı altında barış, huzur ve güven içerisinde yaşamış bu insanlara karşı sorumlu değil miydik?
Elbette sorumluyduk. İşte Burkinafaso’lu hocamızın o gözlerinde ki ışıltıyı görmedim ama görmeye değmezmi sizce ASSAM İslam Birliği Kongreleri