Pazartesi, 05 Temmuz 2021 16:13

Beyaz Adama Düşer, Adam Etmek

Yazan
Öğeyi Oyla
(1 Oyla)

Noam Chomsky’nin emperyalizmi tanımladığı veciz sözü ile değerlendirmelerime başladım. Beyaz adama düşer, adam etmek. “White man’s burden”; Zira iktisadi hürriyet ikame olunmadan, bir parmak siyasi hürriyet balının, insana faydası olmayacaktır. Emperyalist ülkeler tek bir şeyi gözetmektedir; Siyasi ve iktisadi şartlar acaba doğrudan yatırımlarına müsait midir, müsait olacak mıdır? 1

Siyasi bağımsızlığını kazanan ülke için, gündemin baş maddesi iktisadi bağımsızlıktır.2 İktisadi bağımsızlığın başta gelen koşulu sanayileşmedir. Gerçek Sanayileşme ise, yatı­rım malları sanayisinin giderek ağır sanayiye dönüşümü ve bağımsız gelişmesidir.

Ne var ki, emperyalizmin çıkarlarıyla tam bağımsızlık birbirine zıttır. Öyle olduğu için emperyalizm, geri kal­mış ülkelerin İktisadi bağımsızlığını elde etmelerine ta­hammül edemez.3

Özellikle geri kalmış ülkeler, temel ekonomik kararlarından siyasal rejimlerinin niteliklerine varıncaya dek, emperyalist sistemin sürekli müdahalesi ve ihlalleriyle karşılaşır.4

Siyasal bakımdan ve nominal olarak bağımsız diye adlandırılan bu ülkeler; borç verme, ekonomik yardımlar yapma, danışmanlar yollama metotları ile mali ve diplomatik kontrol altına alınırlar.5 Bu müdahalelerin ilk akla gelenleri  “Eisenhower Doktrini”, “İMF reçeteleri” dir.6

İşin ilginç yanı geri kalmış ül­kelerde, egemen sınıfların çıkarları da açıkça em­peryalist ülke çıkarlarının denetimi altındadır. İmtiyazlı bu guruplar dışa bağımlı çıkarlarını ko­rumak ve sürdürmek için, ellerine geçen her fırsatta, “emperyalizmin yardakçılığını” yaparlar.7

Ülke içindeki aslında egemen sınıf, emperyalistlerin sanayi mamullerini pazarlayan genel dağıtıcı “Distribütörleri” dir. Bu yüzden İktisadi bağımsızlığını kazanmak isteyen ülkelerin, kendilerine bağımlı çıkarlar doğ­rultusunda güdümlü bir sanayileşmesinden yanadır.

Sanayileşme Enerji–Ulaşım-Haberleşme olmak üzere üç saç ayağı üzerinde inşa edilir. Ülkemizin, son sanayisi gelişmiş, ülkeler sınıfına yükselebilmesi ve katma değeri yüksek sanayi mamulleri üretebilmesi amacıyla son yirmi yılda Enerji-Haberleşme-Ulaşım alanına yatırımlar yapmasının nedeni budur. Esasen bu yatırımlar bağımsız bir ekonomi olmak için zarurettir.

Enerji demek; üretim demektir tek kelimeyle.

Ulaşım demek; hammaddeyi en kısa zamanda, en ucuz yoldan, üretim alanlarına taşımak ve üretilen mamullerin de, tüketiciye en kısa zamanda ulaşması için kara-demir ve havayolu gibi alternatif yollarla taşınmasıdır. Yani özetle ulaşım; Üretilen sınai ürünle­rin pazara, hammaddenin de üretim alanlarına taşınması işlemleridir.

Haberleşme demek; arz-talep dengesini sağlamak için hammadde ile üretim, üretim ile tüketicinin arasındaki bilgi akışıdır.

Enerji, Ulaşım, Haberleşme alt yapılarına dönük yatırımlara, ülkenin teşvikleriyle büyüyen imtiyazlı şirketler (Distribütörler) hep karşı çıkma eğiliminde olmuşlardır. Esasen bu husus güdümlü burjuva açısından ontolojik bir durumdur.

“Ne ihtiyaç vardı bu kadar kara yoluna, hava alanlarına, tren yollarına, nükleer enerji santrallerine, güneş enerji panellerine, petrol ve doğal gaz kuyularına, bu kadar çok haberleşme uydularına?” gibisinden eleştiride bulunmalarının; “Bu yatırımlar enflasyonu artırıyor” şeklinde bahaneler ileri sürmelerinin temelinde bir “varoluş kaygısı” yatmaktadır gerçekte.

Ülkenin iktisadi bağımsızlığını, kendi çıkarlarının yörünge­sinde tutmak için; besleme medya aracılığıyla da yazar, akademisyen, siyasetçi, bürokrat vb unvan taşıyan şahsiyetlerin kamuoyuna eksik ve yanlış bilgi aktarmasını bir diğer ifadeyle dezenformasyon yapmalarını temin ederler. Çıkarlarını tehlikede gördükleri an, demokrasiyi doğrudan veya dolaylı olarak ayaklar altına almaktan da çekinmezler. Bu uğurda çoğu zaman “askeri cuntalar” halkın iradesi ile iş başına gelen iktidarlara müdahalelerde bulunurlar ve ne hazindir ki o “askeri cuntalar” gerçekte neye/kime hizmet ettiklerini bile bilmezler.

Bu egemen gurubun savunduğu siyasal sistemde; ne yazık ki demokrasi, çoğulculuk ve siyasal liberalizmden ibarettir.

Ülkemizde meşru siyasetin bir kısım temsilcileri, ülke amaçlarına uygun faaliyet göstermemektedir. Yukarıda zikrettiğimiz iktisadi bağımsızlık konusunda gösterilen çabalara bırakın destek olmayı tam tersi biçimde bu gerekli yatırımları engellemeye dönük faaliyetlerin, bilinçli veya bilinçsiz olarak aracı olmaktan kaçınmamaktadırlar. Muhalefetin kullandığı dil zaman zaman hukuk kurallarını aşmaktadır. Muhalefet tarafından kullanılan retorik siyasal olaylar ve eylemler üzerine inşa edilmektedir. Muhalefetteki siyasi partiler; demokraside, düşüncelere sınır konamaz ilkesini ileri sürerek, düşünce özgürlüğünü istismar etmektedir. Düşünce hürriyeti sadece Anayasaya uygun düşünenlerin değil, “herkes” için yasal haktır hükmüne yaslanarak, iktidarın bütün hizmetlerini, siyasal söylemlerle sabote etmektedirler.

Düşünce ve ifade özgürlüğünün arkasına sığınan muhalefetteki siyasi partiler ne yazık ki, iktidarı yıpratmak adına muhalefet yapayım derken zaman zaman devletimizin iç ve dış güvenliğini bozma tuzağına düşmektedirler. Toplumu somut anlamda suç sayılan eylem­lere davet etmek suretiyle kışkırtmak, kamu düzenini yıkmak, devlete karşı şiddet kullanmayı teşvik edici söylem ve faaliyet içinde bulunmaktan çekinmemektedirler.

Bu durum­da ise söz konusu olan zaten bir düşünce açıklaması değil, bir eylem ya da eyleme çağrıdır.8 Ancak demokrasi, kendini koruyacaktır. Her rejim gibi, demokratik rejimin de varlığına yö­neltilecek tehlikeler karşısında kendini koruma hakkı vardır.9

Ülkemizde son günlerde yayınlanan maksatlı yalan haberlerde, siyasetin olaylara bakarak toplumu ve hukuk kurallarını yeniden yapılandırmaya dönük çabalarına şahit olmaktayız.

Anlaşılan o ki; Emperyalist devletlerin, yani Noam Chomsky’nin veciz ifadesiyle “Beyaz Adam’ın”; Türkiye’de işbirlikçi siyasetçiler vasıtasıyla sahneye koyduğu yeni bir döneme girmiş bulunmaktayız. Temelde devletin birliğini hedef alan, gezi olayları gibi devrimci yahut özgürlükçü veya milliyetçi sosla şekillendirilmiş siyasi hareketlerle güvensiz ortamlar oluşturup, merkezi otoriteyi zaafa uğratmak suretiyle bir takım kargaşaların meydana getirilmesi muhtemeldir. Bu çalkantılı dönemin ardından; emperyalizmin elinde oyuncak gibi oynayabileceği kukla hükümetler kurmayı başarması işten bile değildir. Diğer bir ifadeyle; son zamanlardaki maksatlı yalan haberler yeni bir siyasi mühendislik projesinin uygulamaya sokulduğunun habercisidir.

Ülkemizin iç ve dış mihraklara karşı verdiği iktisadi bağımsızlık mücadelesindeki kararlılık devam ettiği sürece bu siyasi mühendislik projesi de; son yirmi yıldaki diğer örneklerin de olduğu gibi çöpe gitmeye mahkûmdur. Ancak burada iktidara düşen görev soğukkanlı bir biçimde ve kucaklayıcı bir üslupla topluma hakikatleri bıkmadan anlatmaya devam etmektir. Unutmayalım ki, “Dezenformasyonun panzehir-i enformasyondur.” Ve yine unutmayalım ki, “yalan gürültü yapar hakikat sakindir.”

04 Temmuz 2021

  Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Çetin ZAMANTIOĞLU

 

Kaynaklar:

1-(1) Noam Chomsky, “Modern Çağda Entellektüellerin Rolü”, Pınar Yayınları, Çev. Selahattin Ayaz, 1994, İstanbul.

2-(2.3.4.6.7.8.9) Server TANİLLİ, “Devlet ve Demokrasi”, Say Kitap Pazarlama, 4.Basım, 1985, İstanbul. Ss.21-69

3-(5) Vlademir Potyemkin, “Uluslararası İlişkiler Tarihi -2. Diplomasi Tarihi”, çev. Atilla Tokatlı, Doğa basın Yayın, 2009 İstanbul, ss.15-16

4-Alıntı söz: Dr. Münir Derman, “yalan gürültü yapar hakikat sakindir.”