Çarşamba, 15 Eylül 2021 10:39

Sosyolojik Olarak Afganistan Meselesinin Analizi

Yazan
Öğeyi Oyla
(4 oy)

Afganistan toprakları dünyanın süper güçleri olan İngiltere, Sovyetler Birliği ve ABD’ye mezar oldu. Şu anda yönetimde olan Taliban güçleri, 102 yıl önce İngiltere, 32 yıl önce Sovyet askerlerini nasıl kovdu ise şimdi de benzer şekilde ABD askerlerini ülkelerinden çıkarmayı başardılar.

1.1. İngiltere’nin Mağlup Edilmesi

İngiltere’nin Afganistan’ı işgal etme girişimi bütün dünyanın gözü önünde gerçekleşmişti. Birinci Dünya Savaşından hemen sonra Afganistan’da uğranılan büyük başarısızlık “Üzerinde güneş batmayan imparatorluk” olarak tanınan süper gücün sonunu getirmişti.

Coğrafi olarak önemli bir noktada bulunan bu ülke neredeyse bütün süper güçlerin iştahını kabartıyordu.  Çünkü Afganistan, İran-Hindistan-Çin üçgeninde coğrafyanın geçit noktasıydı.

Hindistan ovalarına inen sarp dağ geçitleri, özellikle Hayber Geçidi, oranın sakini kabileler haricindekilerin bırakın buraya hâkim olmayı, kolay kolay geçmeyi bile beceremeyecekleri çetin bir coğrafyayı işaret ediyordu.

İngiltere bu önemli geçiş yolları üzerindeki toprakları ele geçirmek için üç büyük girişimde bulunmuştu. Fakat 1842, 1881 ve 1919 tarihlerinde Afganistan halkları ile yaptıkları savaşları kaybederek bölgeden çekilmek zorunda kalmışlardı.

1842 tarihindeki ilk saldırı, 74 sene sonra 1916’da Kutul Amare’de 6. Osmanlı Ordusuna teslim olmalarına benzer şekilde gerçekleşmişti. İngiliz tarihindeki en utanç verici yenilgi budur. Daha sonra Kutul Amare gelmektedir.

1842 yılının Ocak ayında Afganlı Mücahitler karşısında bozguna uğrayan sayısı yaklaşık 16 bine yaklaşan İngiliz-Sih askerinin Dost Muhammed’in oğlu Ekber bulunuyordu. Mücahitler Hurd Kabil boğazında İngiliz ordusuna baskın vererek tamamen imha edilmesini sağlamışlardı.

İngiliz karargahına bilgi vermek üzere bir doktor askeri serbest bırakan Afganistanlı Mücahitlerin bu büyük zaferi, karşı tarafta çok büyük tartışmalara yol açmıştı. Serbest bırakılan ordu cerrahı William Brydon acı gerçekleri tek tek anlatmıştı.

İskoçya’lı tarihçi ve yazar Willam Dalrymple’ın “Return of a King” yani “Bir Kralın Geri Dönüşü” adlı kitabının tanıtım yazısında İngiliz-Afgan savaşı şu şekilde ifade edilmiştir:

“1839 baharında İngilizler ilk kez Afganistan’ı işgal etti. Kızıl pelerinli ve üzerinde bir tüy bulunan şapkalı ve mızraklı askerlerin önderliğinde yaklaşık 20.000 İngiliz ve Doğu Hindistan Şirketi askeri yüksek dağ geçitlerini aştı ve Şah Şucau’l-Mülk’ü yeniden tahta geçirdi. Başlangıçta İngilizler pek bir direnişle karşılaşmadı. Ancak iki yıllık işgalin ardından Afgan halkı cihat çağrısına uyarak ayaklandı ve ülke şiddetli bir isyanla sarsıldı.

Birinci İngiliz-Afgan Savaşı dediğimiz bu muharebe Britanya’nın 19. yüzyılda yaşadığı en büyük askeri aşağılanmasıyla sona erdi: o zamanlar dünyanın en güçlü milleti sayılan İngiltere’nin bütün bir ordusu geri çekilirken pusuya düşürüldü ve doğru dürüst bir teçhizatı bile bulunmayan kabile üyeleri tarafından tamamen bozguna uğratılmıştı.

19. yüzyılda Avrupa’nın en güçlü ordusuna sahip İngiltere’nin Asya’nın savaşçı ruhu öne çıkan Müslümanlar karşısında yenilmesi askerlik kurallarına aykırı gibi görünüyordu. Çünkü Afganistanlı Mücahitlerin derme çatma milis kuvvetleri tarafından yenildiğine Avrupalılar haçlı Seferlerinden sonra ilk kez şahit oluyorlardı.

Sömürge imparatorluğu böyle bir yenilgiyi kabul edememiş ve 1881 ve 1919 tarihinde yeniden Afganistan’a saldırmaya karar vermişlerdi. Fakat sonuç değişmemiş İngilizler tekrar mağlup edilmişti.

Türkiye’nin Birinci Dünya savaşından sonra başlattığı ve başarı ile sonuçlanan Milli Mücadelesinde bu galibiyetlerin önemli rolü olmuştu. Ayrıca Afganistanlı Mücahitler Hintli ve Türkistanlı Müslümanlar aracılığı ile hem maddi hem de manevi desteklerini esirgememişlerdi.

1878-81 ve 1919 yıllarında üç kere saldırıp sonuç alamayan İngiliz İmparatorluğu, Emanullah Han’ın başında bulunduğu Afganistan’la imzaladığı Ravalpindi Antlaşmasıyla bölgeden kuvvetlerini tamamen çekmeye karar vermişti.

Bu çekilme İkinci Dünya savaşından hemen sonra devam edecek bu sefer İngilizler Hindistan’ı Müslümanlar aleyhine olarak üç parçaya bölerek terk edeceklerdi.

Sonuçta Afganistan sömürgelerden gelen gelirlerini kaybeden bu süper gücün tarih sahnesinden yavaş yavaş çekilmesine sebep olacaktı.

1.2. Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı İşgali ve Parçalanması  

1989 Yılında Afganistan’ı terk etmek zorunda kalan Sovyetler Birliği, İngilizlere benzer şekilde yenilginin şokunu atlatamadan çok kısa bir zamanda tarihin çöplüğüne atılan bir başka ülke olmuştu. Komünist ideolojinin en acımasız icraatçısı olan Sovyetler, bir yıl sonra 1990 yılında 6 tanesi Türk Devleti olan 15 parçaya bölünmüştü. 

1.3. ABD’nin Başlattığı Haçlı Seferi ve Bozgun 

Ülkelerini komünistlere mezar yapan Afganistan savaşçıları, bu sefer de kapitalistlerin merkezi olan ABD’yi mağlup etmeyi başardılar. İşgale destek olan ABD’li işbirlikçi Afganlar ise utanç verici bir biçimde uçaklardan dökülmek zorunda kaldılar. İşbirlikçi bazı Afgan’lıların uçaktan düşerek öldüğü, bütün dünya medyasında çıkan fotoğraflardan anlaşılmıştı.

Uçağın içine girebilmiş Afganlı işbirlikçileri ise başka bir sürpriz bekliyordu. Sürpriz ise askeri nakliye uçağının ABD yerine Uganda’ya inmesi idi. Şener Şen filmlerine benzer şekilde Amerika yerine Afrika’nın ortasına inen balık istifi 600 yolcu, muhtemelen ABD Başkanı Biden’a bu nedenle çok kızmışlardır.

ABD açısından diğer önemli bir yenilgi ise trilyon dolar harcadıkları silah, araç ve mühimmatın tamamen kurşun bile atmadan Taliban güçlerinin eline geçmesidir. Birkaç gün içerisinde apar topar ülkeyi terk etmek zorunda kalan ABD’nin; Afganistan’da elçilik binası açması dahi zor görünmektedir. Kısaca söylemek gerekirse Afganistan aynı İngiliz ve Sovyetler gibi ABD’ye de mezar olmuştur.

Mezar deyince insanın aklına ülkenin dördüncü büyük şehri olan Mezar-ı Şerif geliyor. Bu ismin verilme sebebi ise Hazreti Ali’nin kabrinin bulunduğu iddia edilen Mavi Çinili Cami ve türbesidir. Bu nedenle Afganistan için “Süper Güç Mezarlığı” adı daha çok yakışmaktadır.

2. Süper Güçlerin Yenilgi Sonrasında Parçalanmaları

İngiltere Krallığı eski gücünü yitirmiş fakat Sovyetler Birliği, Afganistan’daki korkunç yenilgi sonrası yıkılmıştı. Bununla birlikte ABD’nin Sovyetlere benzer şekilde yıkılıp parçalanması yerine İngiltere gibi kısa bir zaman içinde dünya üzerinde kurmuş olduğu hegemonyanın yıkılması beklenmektedir.

Özellikle Çin ile giriştiği rekabette her geçen gün ağır darbeler alan ABD’yi; pek yakında ekonomik ve sosyal felaketlerin beklediğini söylememiz bir kehanet olmasa gerektir.

Çünkü bu kötü sona sebep olan ABD Başkanı George W. Bush’tur. 11 Eylül 2001 tarihinde gerçekleşen İkiz Kuleler saldırısı sonrasında bir Haçlı Seferi (Crusade) düzenleyeceğini iddia etmişti. Kısa bir süre içinde Afganistan ve Irak’a giren “Haçlı Orduları!” Her iki ülkeyi de kan gölüne çevirmeyi başarıp Batılıların savaş için her türlü ahlaksızlığın yapılacağını ispatlamışlardı.

İşte şimdi Amerikalılar başta olmak üzere bütün insanlar Bush ve Biden gibi ABD başkanları sorgulayacaktır. Zira bu kadar katliam ve masrafa sebep olan saldırıların gerçek maksadının; “Müslümanları ötekileştirmek” ve yıkılan komünizm yerine “yeni bir düşman icat etme girişimi” olduğu ortaya çıkmaya başlamıştır.

Bu sorgulama elbette birçok acı gerçeğin ortaya çıkmasına da sebep olacaktır. Zira körü körüne Batı medyasına ve Hollywood filmlerinin propagandalarına alet olan insanlar, halen Taliban’ın demeçleri karşısında şoka uğramaktan kurtulamamaktadır. Öyle ki önceki bütün Afgan memurlarına af ilan edildiği ve mahkemesiz infazın yasaklandığı açıklanmıştır.

Ayrıca ABD’nin askeri kargo uçakları ile gerçekleştirilen dünyanın en büyük uyuşturucu kaçakçılığının yasaklandığını açıklayan Taliban sözcüleri, propagandaların tersine insan hak ve özgürlüklerine karşı saygılı olacaklarını deklere etmiş durumdadırlar. 

3.Haçlı seferine Sebep Gösterilen 11 Eylül 2001 Saldırısı

ABD ve NATO güçlerinin Afganistan saldırısının bahanesi olarak ileri sürdükleri “İkiz Kule” saldırılarının gizli kalmış bir çok yönü vardır. Örneğin hiçbir uçağın çarpmadığı halde patlayıcılar ile dikine olarak yıkılan üçüncü kule ile ilgili soruşturmaların da açılacağı beklenmektedir.

Aslında bu sorgulamayı öncelikle yapması gereken savaşın mağduru olan Afganlılar değildir. Gerçeklerin üzerine gitmesi gereken asıl kişiler; itfaiye eri olarak kulelerde ölen 2000 civarındaki ABD vatandaşının aileleridir. Çünkü inşaat tekniği olarak patlayıcı olmadan her üç gökdelenin dikine olarak yıkılması mümkün değildir. Düzenli olarak yerleştirilmiş ve ince matematiksel hesaplamalarla zamanı belirlenmiş patlayıcılar sayesinde İkiz kulelerin mükemmel olarak yıkılması ve çevredeki binalara zarar vermeden dikine olarak çökertilmesi mümkün olmuştur.

İlginçtir ki Afganistan’da yeni kurulan Taliban hükümetinin göreve başlayacağı tarih 11 Eylül 2021 tarihi olarak belirlenmiştir. Elbette bu günün seçilmesinin çok önemli nedenleri vardır. 

ABD Başkanı Biden, Delaware Eyaletinden yıllarca seçilmiş ve nihayet en üst koltuğa oturmayı başarmıştır. Türkiye’de Delaware Eyaleti üzerinden çok sık kullanılan bir deyiş vardır. İnsanları aldatarak soyan kişilere “dalavereci” denilmektedir. İşte aynen bunun gibi ABD devletinin ne büyük “dalavereci” oldukları pek yakında ortaya çıkacağı değerlendirilmektedir.

Afganistan saldırısından sonra ABD askerleri Irak’a saldırmış gerekçe olarak “kitle imha silahlarının varlığı” gerekçe gösterilmişti. Fakat bunun bir dalavere olduğu bizzat ABD yöneticileri tarafından itiraf edilmiştir. 

4. Süper Güçlerin Sosyolojik Olarak Değerlendirilmesi 

Afganlı mücahitler 179 yıl önce İngiltere’yi, 30 yıl önce Sovyetleri şimdi ise ABD’yi utanç verici bir bozguna uğratarak mağlup etmiştir. Bu galibiyet binlerce Afganlının şehit olma pahasına alınmıştır. Elbette yaklaşık 180 yılı aşkın bir savaş sürecinde sonuçta galip bile gelse büyük bir yorgunluk göze çarpmaktadır.

Peki, 40 yıl süren bu işgal harekâtında saldırganlar Afganistan’da ne arıyordu? İşte asıl sorulması gereken soru bu olmasına rağmen; sanki suçlu Afganistan halkı imiş gibi akla ziyan sözler sarf edilmektedir. Bir Allah’ın kulu çıkıp da Batı emperyalizminin kana doymak bilmeyen vahşi felsefesini sorgulamak ihtiyacı duymuyor.

Bu çok önemli sorgulamayı yapacak olursak çok önemli şu sonuçlar ile karşı karşıya kalmış oluruz:

Öncelikle Avrupalıların tahrif etmeye çalıştıkları İslam’ın değerlerini ortaya koymalıyız. Ayrıca çok parlatılıp cilalandırılan Batı felsefesinin esasları, gün yüzüne çıkarılmalıdır. Bu sayede yüzyıllardır bitip tükenmeyen savaşların gerçek sebebi ortaya çıkacaktır. Umulur ki bütün olayları ve savaşları materyalist bakış açısıyla değerlendiren sosyolog ve siyasetçilerin beyinlerine bir iki gerçek yerleşmiş olur.

Yunan ve Roma felsefesinin bir uzantısı olan Batı felsefesi; beş menfi esas üzerine kurulmuştur. Bu zalim ve emperyalist anlayışa göre hakkın üstünlüğü yerine kuvvetli olanın haklı olduğunu öne süren bir kural vardır. Her türlü işin ucunda bir menfaat olması gerekir. Menfaat olmadan bir işe kalkışmak örneğin yardımlaşma bunlara göre enayiliktir.

Kurmuş oldukları zalim ve acımasız devletlerin ayakta kalması için güçlü bir orduya ve devamlı surette savaşmak gerektiğine inanırlar. Çünkü savaş olmadan zulme sebep olan güçlerini korumaları ve sömürdükleri insanları elde tutmak imkânsızdır.

Kurmuş oldukları zalim ve acımasız devletlerinde, kendi ülkeleri içindeki düzeni; ırkçılık bağı ile sürdürmeye çalışırlar. Herkesin aynı ırktan olmasını, yok eğer bu mümkün değilse güçlü olan ırkın hegemonyası altında yaşamak gerektiğini bütün vatandaşlarına dayatırlar. Ulus devlet sözünün altında yatan itici güç işte bu ırkçılıktır.

Batı felsefesinin gayesi ise bitmek tükenmek bilmeyen heves ve arzuları tatmin etmektir. Bu heves ve arzular bazen insanlık dışı bir şekil alabilir. Bu nedenle ahlaksızlık da dâhil olmak üzere adeta bir hayvan gibi yaşamayı göze alacak kadar iğrençleşebilirler.

Bundan 1443 yıl önce Hazreti Muhammed (asm) ile gönderilen İslamiyet dininde ise bu olumsuz esaslar yerine insanlığın onurunu kurtaracak müspet ve olumlu kaideler getirilmiştir. Bunların en önemlisi ise kuvvetli olmak yerine haklı olmayı önemsemesi ve haklı olanın isterse karşısındaki padişah olsun; haksız olanın önünde ezilmemesidir. 

İslam medeniyetinin maksadı ise Allah rızasını kazanmak için faziletli bir insan olmaya çalışmaktır. Bir Müslüman şahsi menfaatinden çok toplumun menfaatini önemser. Çünkü karşılığını kısa bir dünya hayatında almak yerine sonsuz bir hayatta görmek ister.

İslam dini savaşmayı ve insan öldürmeyi reddeder. Ancak kendisine saldırıp İslam’ı ortadan kaldırmak isteyenlere karşı cihat etmeyi kabul eder. Kimsenin Müslüman olmasını dayatmaz. “Dinde zorlama yoktur” ayeti, Allah’ın bir emridir. Müslüman olmayanın cezasını ancak Allah verecektir. Müslüman dahi olsa hiç bir kula bu yetki verilmemiştir. İslam dini, insan öldürmeyi en büyük günahlardan sayar. Savaşmak yerine ticaret gibi insanların daha rahat ve kolay yaşamasına yarayan yardımlaşmayı ileri sürer.

Toplum içindeki rabıtası ise asla ırkçılık değildir. Cahiliye âdeti olarak gördüğü ırkçılığı reddeder. Bunun yerine kardeşliği esas alır. Çünkü her insanın Allah’ın kulu olduğunu bildiği için bütün insanlara karşı sevgi besler. İslam kelimesinde olduğu gibi barış, esenlik, mutluluk ve huzuru önemser.

İslâmiyet’in insanlara kazandırdığı en güçlü duygulardan bir tanesi; ruhun ulvî hislerini besleyerek insanı olgunlaştırmak ve ahlâkî erdemlere eriştirmektir. Bu sayede nefsin, hevâ ve hevesin tecavüzlerine mâni olmaya çalışır.

İşte Batı felsefesinin ortaya koyduğu bu olumsuz esaslar sadece Afganistan’da değil bütün dünyada milyonlarca masum insanın katledilmesine yol açmıştır. Akla ziyan ve olumsuz propagandalar ile İslam’ı olduğundan başka bir şekilde göstermeye çalışan Batılı emperyalist ve gaddar insanlar; Afganistan’da olduğu gibi bir defa daha içyüzlerini gösterip perişan olmuşlardır,

Vesselam…

Yorum eklemek için giriş yapın