İslam Ülkeleri Ortak Asayiş ve Güvenlik Organizasyonu İnceleme ve Araştırma Kurulu
FETULLAHÇI TERÖR ÖRGÜTÜ İLE MÜCADELEDE
TESPİTLER VE ÖNERİLER RAPORU
Yrd. Doç. Dr. Ali KUYAKSİL
Polis Akademisi, Gaziantep POMEM
1. GİRİŞ
Bu raporun temelini kaynaklarda belirtilen eserler ve kişisel gözlem ve tecrübelerim oluşturmaktadır. Farklı bakış açılarını gösteren altı, yazarın ve Din İşleri Yüksek Kurulunun hazırlamış olduğu toplam 7 kitap incelenerek değerlendirilmiştir. Böyle yapmaktaki gayemiz; Mevlana’nın fil hikâyesinde olduğu gibi, bir yazarın FETÖ/PDY hakkında göremediği bir hususu bir diğerinin görebileceğini düşünmüş olmamızdır.
15 Temmuz 2016 öncesinde FETÖ ile ilgili yazılan kitapların büyük kısmı, ya kendi yazarlarınca veya değişik yöntemlerle kendi taraflarına çekilen insanlarca yazılan kitaplardır. Bunlar adeta filin kulaklarını yelpaze gibi, kadife gibi anlatan kitaplardır. Filin dişleri üzerine yazmaya çalışanlar çok az çıkmıştır. Bunlar çeşitli sıkıntılara maruz bırakılmıştır. Bu durum filin dişleri hakkında yazmak isteyenlere gözdağı vermiş ve caydırıcı olmuştur. Bu tehdit, gözdağı ve caydırma ortamı 15 Temmuz 2016 sonrası devlet kadrolarındaki özellikle polis, asker ve adliyedeki tasfiyeler sayesinde son bulmuştur. Bu nedenle adeta FETÖ ile ilgili bir kitap patlaması olmuştur.
Değerlendirmeler esnasında, araştırmacı yazarların belli konularda neredeyse fikir birliği içerisinde olduğunu gördük. FETÖ/PDY yapılanması hakkında yapılan tespitler ve çözüm önerilerini analiz ederek, bulgular ve öneriler şeklinde sistematikleştirmeye çalıştık. Ayrıca tespitler ve mücadele öneriler de kendi içerisinde F. Gülen açısından ve örgüt mensupları açısından değerlendirilmiştir.
CEMAATİN DARBE GİRİŞİMİ
ve
İKTİDAR MÜCADELESİ
(2013-2014)
(04 Şubat 2014)
Kasım 2013 Başında dershaneler kapatılıyor yaygarası ile başlatılan Fetullah Gülen Cemaati eylemleri, devlet içindeki Cemaat örgütü vasıtasıyla, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı ve Hükümetini yıpratarak siyasi istikrarın bozulmasını hedef almıştır.
Başlangıçta toplum tarafından anlaşılamayan girişimin boyutu 17 Aralık 2013 tarihinde “asrın yolsuzluğu” adı altında yargı ve emniyet operasyonları ile başlatılanın dış destekli büyük bir darbe girişimi olduğu bu gün açık bir şekilde ortaya çıkmıştır.
18 Kasım 2013-29 Ocak 2014 tarihleri arasında, durumun henüz belirsiz olduğu dönemde, ASDER mail grubu içinde uyarıcı mahiyetteki mesajlarımı tarihe not düşmek amacı ile şiddetli muhalefet içeren muhatapların yazdıklarını atlayarak, 14 ayrı açıklama şeklinde ve tarih sırasına göre tekrar yayınlamayı uygun buldum. Mesajlarım olayları tasvir etmekten ziyade yöneldikleri hedeflere vurgu yaparak alınacak tedbirleri ifade etmek amacına dönük olmuştur. 27 Ekim 2015
18 KASIM 2013
(1)
Ülkemizde siyasi istikrarın devamını istiyoruz.
Barış sürecini destekliyoruz.
Başbakanın Diyarbakır gezisini özlediğimiz, geç kalmış, birleştirici, geniş ufuklu, çok cesur, çok önemli sosyal, siyasal ve hukuki sonuçları olacak, toplumsal barışı sağlayacak bir adım olarak görüyoruz.
Ergenekon davasının adil şekilde sonuçlanmasını istiyoruz. Yargılanan zihniyetin hortlaması ve hortlatılmasını istemiyoruz.
Eğitim sisteminin islahını istiyoruz.
Dershane sisteminin savunulmasını getirim kavgası olarak görüyoruz.
Dershanelerin, üniversite girişlerinde çıtayı yükseltmekten ve maddi imkân sahiplerinin şanslarını arttırmaktan başka bir fayda sağlamadığını, gençlerimizin eğitimine fazla bir katkısı olmadığını, özel okulların manevi değerlerin yerleşmesi için daha etkili olacağını düşünüyoruz.
Ülkenin devasa sorunları yanında dershane meselesini teferruat olarak görüyoruz.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı sadece Türkiye için değil İslâm Âlemi için Allah’ın bir lütfü olarak görüyoruz.
Liderliğini takdir, politikalarını tasvip ediyoruz.
İç ve dış politikada Türk Milletinin ve İslâm Âleminin eğik başını kaldırdığına, hakkın ve hakikatin sesi olduğuna, yerinin kolay doldurulamayacağına, kendisini hedef alanların niyetlerinin sorgulanması gerektiğine inanıyoruz.
Siyasi istikrarı bozacak hareket kimden gelirse gelsin yanlış, art niyetli, ülkenin hızını kesen, mihverini değiştiren, koalisyonlara ve milletin değerlerine düşman yönetimlere kapı açtığına inanıyor ve karşında durulması gerektiğini savunuyoruz.
Tepkimiz, yanlışa karşıdır.
Körü körüne Cemaatçilik yapılmamasını tavsiye ediyorum.
Selamlarımla.
Adnan Tanrıverdi
21 ARALIK 2013
(2)
Hizmetin temiz hadimlerine selam olsun. Bu kardeşlerimizin oynanan büyük oyunun farkında olmalarını umarım.
Fetullah Hoca Efendi, Ülke ve dünya çapındaki İslâmi çalışmalarından dolayı şahsi güvenliği riske girdiği için Türkiye’den ABD’ye göç etmedi mi?
ABD kendi çıkarlarını korumayan bir organizasyonun başının ve merkezinin kendi ülkesinde yaşamasına müsaade eder mi?
ABD İslam Dünyasında ve diğer coğrafyada, İslâm şuuru ile yetişecek yeni nesiller inşasında iddiası olan, yetiştirdiği dindar kadrolarla başta Türkiye olmak üzere pek çok ülkede bürokraside bir güç oluşturan ve ABD aleyhine olarak İslâm Âlemi için çalışan cemaatin önderinin kendi ülkesinde barınmasına müsaade eder mi?
Hoca Efendi, ABD ve Batılı çıkar gruplarının aleyhine olarak, Türkiye‘nin ve İslâm Âleminin çıkarlarını öne çıkaran çalışmalar içerisinde ise, ABD’de güvenlik içerisinde olabilir mi?
Diğer taraftan;
Milletin seçip, devletin yönetimine getirdiği bir iktidarın devrilmesi için devlet bürokrasinde kadrolaşmış bir cemaatin iktidarın yıkılması için başlattığı eyleme CEMAAT DARBESİ denmez mi?
Bu iktidarın devrilmesi, Milletin ve ümmetin kazanımlarını geri götürmez mi?
Böyle bir darbeye siyasi iktidar ve bu ülkenin kendi iradesi ile yönetilmesini isteyen halkı müsaade eder mi?
Hizmet ehli kardeşlerimizin meseleye, dershane kapatmada özel girişime hükümet darbesi söylemi ve devlette temizlik operasyonu gözü ile bakmaktan biraz daha geniş açı ile bakmalarını umarım.
Mesele hak arama ve temiz yönetim boyutunu çoktan geçmiştir.
İktidarı götürme niyetine yönelmiştir.
Bu milletin çoğu iktidarından memnundur. Bu iktidarın, ileri sürülen bütün noksanlıklarına rağmen, muktedir olarak devamı Milletin ve Ümmetin menfaatinedir. Zayıflamasına sebep olanlar iki milyar Müslüman'ın vebalını üzerlerine alırlar.
Bu yazımı, tertemiz düşünceleri ile hizmete sarılan arkadaşlarıma ithaf ediyorum. Kendilerini aklıselime davet ediyorum.
Sevgi, muhabbet ve selamlarımla.
Adnan Tanrıverdi
22 ARALIK 2013
(3)
Kritik bir süreçten geçiyoruz.
Allah insanı evladıyla ve malıyla da imtihan eder.
Şimdi biz, bu güne kadar omuz omuza mücadele verdiğimiz kardeşlerimizle imtihan ediliyoruz.
Bizim dışımızda iki Müslüman kardeşimizin ihtilafa düşmesini istemeyiz. İkisi ile de dostluk ilişkimiz varsa, aralarını bulmak için uğraşırız. Ama silahlarını çekip bir birinin çanlarına kast ettiklerini gördüğümüzde, kötü olmayalım diye bir kenara çekilip sonucu bekleyemeyiz. Haklı olanın yanında ve yardımında olmak bize farzdır.
Fetullah Hoca Efendi ile Tayyip Bey arasında bir savaş başlamıştır. Cemaate mensup kardeşlerimiz işin ne kadarının farkında ve oynanan kirli oyunda ne kadar rol alıyorlar bilemiyorum.
Ama ABD ve batılı güçler, İslâm Âlemini kendileri aleyhine organize eden bir beyni kendi ülkelerinde barındırmazlar. Barındırıyorlarsa onu organize olduğu ülkede kendi emellerine uygun olarak kullanıyorlardır.
Kendini kullandırmak istemeyen beyinler de, kullanmak isteyen ülkelerin topraklarında barınmazlar. Güvenli bulmadığı için Türkiye’den nasıl ayrılmışsa oradan da ayrılmaları gerekirdi.
Fetullah Hoca Efendinin ABD, Hıristiyan ve Yahudi Dünyası ile İslâm âlemi ve Türkiye aleyhine kirli bir işbirliği içinde olduğu anlaşılıyor. Bana göre son olaylar bunu açık bir şekilde ortaya koymuştur.
Hoca Efendi, Türkiye yargı ve bürokrasisinde kadrolaştırdığı elemanlarını, dershane ve yolsuzluklar gibi münferit bakıldığında hak verilebilecek sebepleri öne çıkararak, ama aslında batılı güçlerin istediği amaçları temin etmek üzere, Tayyip Bey Liderliğindeki AK Parti iktidarını devirmek için kirli bir savaşa sürüklemiştir.
Savaş kirli ve sinsidir.
Hedefi bütün politika ve icraatları ile TC ve Hükümetidir.
ASDER bu savaştaki yerini gün geçirmeden almalıdır.
Haklı olanın yanında safını belirlemelidir.
Zaman kritik bir zamandır.
Tarafımızın belirtilmesinin fitneyi büyüteceğini ileri süren arkadaşlarımız bulunabilir.
Aksine, haklı tarafın yanında yer almaz isek fitne büyür.
Sessizliğimiz yanlış yapanlara cesaret verir. Meselenin farkında olmayan cemaat mensuplarının yanlışlarını devam ettirmelerine sebep olur. Üyelerimizin de birbirleri ile mail savaşlarını devam ettirmelerinin önü alınmaz.
Bu savaş bir gün bitecek.
Haksız taraf galip gelirse iş işten geçmiş olacak. Ondan sonra, meseleyi düzeltmek için, tarafımızı belirlesek de bir şey yapamayacağız.
Haklı taraf kazanırsa, hakkın yanında bulunma kararlılığını gösteremediğimiz için hakkın imtihanından başımız eğik çıkacağız.
Sonuç;
Batılı güçler, Fetullah Gülen Cemaatini maşa olarak kullanarak TC Hükümetini yıkmak için birkaç yıldır gizli kapaklı uygulamalarla sürdürdükleri savaşı, açıkça sürdürmektedir.
Hükümet de bu tehlikeyi bize haber vererek iktidarını ve ülkeyi savunma refleksi içinde hareket etmektedir. Yani savaşın tarafı olarak açıkça cephe almış ve hedefi bize göstermektedir.
Bu savaş bizim misyon olarak savunduklarımız uğruna yapılmaktadır.
Haktan yana görünerek, Cemaat Lideri ve yakın çevresindekiler bizi kandırmışlardır.
BEN TARAFIMI BELİRLEDİM.
HÜKÜMET HAKLIDIR.
BAŞBAKAN HAKLIDIR.
BAŞBAKAN ÜLKE MENFAATLERİNİN VE İSLÂM DÜNYASININ MENFAATLERİNİN TEMİNATIDIR.
BU MİLLETİN VE ÜMMETİN EN BÜYÜK ŞANSIDIR.
BEN TAYYİP BEYLE, BAŞBAKANLA VE HÜKÜMETLE BERABERİM.
ASDER de vakit geçirmeden tarafını belirlemelidir.
Zaman tarafsızlık politikası uygulama zamanı değildir.
ASDER kimi haklı görüyorsa ona açık olarak güç vermelidir.
Fetullah Gülen mi?
Recep Tayyip Erdoğan mı?
Adnan Tanrıverdi
22 ARALIK 2013
(4)
Rüşveti, mafyayı, yolsuzluğu savunmak mümkün değildir.
Halk bankasının yaptığı iş, ABD’nin İran’a koyduğu ambargoyu, Hükümetin politikaları doğrultusunda delme eylemidir.
Şimdi yargı önüne getirilen, doğruluğu kanıtlanırsa, bu büyük işten bir kısım uyanıklar şahsi menfaat sağlamaya kalkışmış. Tabii ki bunlar cezalarını alsınlar.
Ama Fetullah Hocayı kullananların amacı bu yolsuzluğun ortaya çıkarılması değildir. Ambargoyu delen Türkiye’nin ve Başbakanının cezalandırılmasıdır. Hoca efendi de aynı şeyi istiyor. Amacı yolsuzlukla savaş değildir. Amelde niyet eylemden önemlidir.
İşe sadece adli boyutundan bakarsak gerçek adaletsizliği yapmış oluruz kanaatindeyim.
Hükümetin yanında yolsuzlukların karşısında olmamız gerektiği düşüncesindeyim..
Selamlarımla.
Adnan Tanrıverdi
22 ARALIK 2013
(5)
Fetullah Gülen Hocanın;
Amerika’da bulunmasını nasıl yoruluyorsunuz?
Amerika yararına hareket etmeme seçeneği olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Dünyayı yönetme gayretinde olan bir ülkenin bu fırsatı değerlendirmeyeceğini mi düşünüyorsunuz?
Ben Türkiye’ye zarar verdiğinin bilincinde olarak orada şuurlu bir şekilde kaldığını düşünüyorum.
Selamlarımla.
Adnan Tanrıverdi
22 ARALIK 2013
(6)
Meselenin gerçek yüzünü yaşananlarla önümüze serdiniz. Allah razı olsun.
Şimdi Cemaat, inançlı bir iktidara rağmen neden Yargıda, Emniyette, Bürokraside ve devlette kadrolaşmayı istiyor?
İktidarı neden sahibine teslim etmek istemiyor?
Bu kadroyu Başbakan kullanamayacaksa kim kullanacak?
Bu paralel kadrolaşmaya kim hükmedecek?
Cemaatin lideri Fetullah Hoca Efendi mi kullanacak?
Böyle bir niyeti varsa siyasete girer. Yetkiyi alır ve kullanır.
Kadrolaştığı devlette iradeyi elinde tutmayı neden istiyor?
Hükümet iradesini Fetullah Hoca Efendinin istemediği bir konuda kullanamasın.
Pekiyi Hoca Efendi nerede?
Amerika’da!
Amerika, Türkiye yargısında, yürütmesinde ve yasamasında bu denli kudreti olan Hoca Efendinin bu imkânlarını, Amerikan çıkarlarına uygun kullanılmasını sağlamadan, Hoca efendiyi Ülkesinde ikamet ettirir mi?
Hoca Efendi, elindeki imkânın Amerika’nın çıkarına kullanılmasına razı olmasa Amerika’da ikamete devam eder mi?
Ara bulma safhası çoktan geçmiştir. Sonra ne diyeceğiz, Yargıda Hoca efendi, Emniyette İktidar güç sahibi olsun mu diyeceğiz?
Hoca Efendi, korkarım hıyanet içindedir.
Meselenin gerçek yüzü Ülkemizdeki temiz hizmet ehline gösterilmelidir.
Hoca Efendinin elini ayağını Türkiye’den çekmesi sağlanmalıdır.
Ara formüller ülkemize huzur getirmez.
Cemaatlerin görevi, devlette kadrolaşmak için değil, devlet hiyerarşisi içinde dürüst görev yapacak insanlar yetiştirmek olmalıdır.
Bu denli kadrolaşmak istemesi anlaşılabilir gibi değildir.
Bundan vazgeçmeyeceklerine göre pasifize edilmelidirler, itibarsızlaştırılmalıdırlar.
Bu zihniyetten ne Türkiye’ye ne de İslam Âlemine fayda gelmez.
Arabuluculuğa da, meselenin çözümüne de ASDER ’in gücü yetmez.
ASDER doğru tarafta yerini alırsa görevini yapmış sayılır.
Sivil toplumu doğru tarafa toplama gayreti içinde olursa vazifesini yapmış olur.
ASDER fevkalade önemli bir karar vermek zorundadır.
Mücadele başlamıştır.
Haklı tarafla birlikte mücadeleye katılmalıdır.
Sevgi ve selamlarımla.
Adnan Tanrıverdi
23 ARALIK 2013
(7)
Fevkalade iyi niyetlisiniz.
Bu mesele bir iç mesele olsa, belki diyalogla çözülebilir.
Mesele dış mesele ve ihanet boyutunda görünüyor.
Bazıları su-i zan olur diye düşünüyor.
Kanaatim açık ve net bir şekilde şudur ki;
Fetullah Hoca Efendi dış güçlerle iş birliği halinde Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine ikinci darbe girişiminde bulunmuştur.
Hükümet darbeyi önlemek için tedbirler geliştiriyor.
Hakemle, diyalogla sorun çözülemez.
Dış güçlerin operasyonunda görev alan kim olursa olsun, bu millete ve ümmete düşmanlık etmektedir.
Yapmamız gereken, İktidarın safında yer alarak, önce temiz hizmet hareketinin ABD’den yönetilmesinin önünü kesmek, müteakiben de hizmetin temiz insanlarını ikna ederek sistemlerinin ticaretin ve siyasetin dışına çıkaracak yeni bir örgütlenmeye gitmeleri gerektiğine inandırmak olmalıdır.
Bunun için;
Sivil toplum ve meslek kuruluşları, yolsuzlukla mücadele düşüncelerini ikinci plana iterek (o zaten yolunu aldı gidiyor), Hükümetin safında yer almalıdır.
Siyasi istikrarın yanında münferit yolsuzluklar teferruattır, önemli olan uluslararası girişimleri ve buna payanda olanları önlemektir diyerek hükmünü açıklamalıdır.
Bu tutum, safiyane bir tarzda hizmet içinde bulunan arkadaşlarımızın tamamına yakınının aklını başına getirecek veya etkisiz hale sokacaktır. Sonra da hizmet harekâtının yeniden dizaynı için girişimlerde bulunulmalıdır.
Böyle yapmayıp da arayı bulmak için çaba harcamak,
Hizmete temiz düşüncelerle katılan kardeşlerimizin de Cemaatin ABD merkezi ile kenetlenmesine sebep olacak ve hükümetin devrilmesi için var gücü ile çalışacaklardır.
Eğer, hükümet hâkimiyeti sağlar ise, kenetlenmiş temiz insanlar da bu operasyonlardan zarar görecekler.
Biz de bu gelişmeleri ah vah çekerek seyretmekten başka bir şey yapamayacağız.
Bu işi planlayan dış güçler de ellerini ovuşturacaklar.
Sinmek daha kolay olduğu için fitneye sebep olmayalım kalkanı arkasına sığınmayı çözüm zannedenler veya Cemaat ehli olanların dolduruşuna gelerek reaksiyon gösterme ihtimali olan kişi ve kurumları pasifize etmek isteyenler var.
Biz de pasif kalırsak, dış güçlerin desteklediği cemaat ile hükümet hesaplaşacak, biz de bu ataletimizin hesabını kendimize bile veremeyeceğiz.
Açıkça Hükümetimizin yanında yer almalıyız.
Dış güçlerin hesaplarının bozulması ve hizmete kendini adamış kardeşlerimizin de zarar görmesini önlemeliyiz.
Durumu doğru tespit edelim.
Doğru tarafta yerimizi alalım.
Cesaretli adımlarımızı atalım.
Ondan sonra Rabbimizin takdirini bekleyelim.
Selamlarımla.
Adnan Tanrıverdi
23 ARALIK 2013
(8)
Eğer Bir Cemaat;
Ulusal ve uluslararası şirketler kurup yönetiyorsa,
Devlette kadrolaşıp iktidara ortak olmaya çalışıyorsa,
Bu cemaatin başı dünyayı yönetme gayretinde olan, gerektiğinde müttefiki devlet adamlarını bile gizli dinleyen bir ülkede ikamet ediyorsa,
Süper güçlerin Ülkemiz aleyhine başlattığı uluslararası bir operasyonla aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine yönelik sözüm ona bir yolsuzluk operasyonu başlatıyorsa,
Bu cemaat dini cemaat olmaktan çıkmış ve en hafifinden bir ticari şirket ve siyasi parti kisvesine girmiş demektir.
Bu şirketin ve siyasi partinin Amerika’dan yönetilmesi, temiz dini duyguları ile hareket eden cemaat mensuplarına, milletimize ve ümmetimize zarar vermektedir.
Şahsen bu irtibatın koparılması için hükümet tarafından başlatılan girişimlerin desteklenmesi gerektiğini düşünmekteyim.
Yolsuzlukla mücadele ayrı önemli bir konudur. Onun mecrası açık bırakılmalıdır.
Düşüncelerimi arkadaşlarımla paylaşmayı bir borç bildiğim için yazıyorum.
Selamlarımla.
Adnan Tanrıverdi
24 ARALIK 2013
(9)
Dışarıdan yönetilen bir hizmet, faaliyet, harekât, hayırlı bile olsa, dış güçlerin tasallutuna uğrar, kontrolüne girer, siyasete de bulaşmışsa milli çıkarlara zarar verir.
Dış güçlerin amaçlarına hizmet etmeye başlar.
Masum hizmet ehlini kullanır.
Geçmiş hizmetler bu gerçeği değiştirmez.
Bu gerçek anlaşılmalı ve yurt içindeki hizmet organizasyonunun dışarı ile irtibatı kesilmeli, siyasetten elini çekmesi sağlanmalıdır.
Son yapılanlar dış güçlerin ülkemiz yönetimine karşı başlattığı darbe girişimidir.
Hizmetin dış merkezi buna alet olmuştur.
Bu hata geçmişteki bütün güzel şeyleri siler süpürür.
Geçmişte hizmet ettim diye kimsenin buna hakkı yoktur.
Hayatın içindeyiz.
Bu ülke en rüşvetsiz dönemine bu yönetim zamanında girmiştir.
Yolda, belde, karakolda, maliyede, kabristanlarda, hastanelerde, belediyelerde yaşananları unutmayalım.
Rüşvetçi ilan etmek bühtandır.
Münferit suçlu varsa cezasını görür.
Buna çağın yolsuzluğu denmez.
Bizim önce istikrara ihtiyacımız var.
Bunu bozmak isteyen olursa bu milletin elleri onların yakasındadır.
Bu töhmetten onları kimse kurtaramaz.
Aklımızı başımıza alalım.
Milletin kaderi ile oynamayalım.
Bir asırdır hasretini çektiğimiz bir yönetime sahip olduk.
Kim bunu devirmek isterse karşına dikilmek bizim vazifemizdir.
Hizmet uluslar arası boyutunu milli menfaatlere uygun olarak yürütebiliyorsa başımızın tacıdır.
Yürütemiyorsa milli bünye içine dışarıdan müdahaleyi engellemelidir.
Adnan Tanrıverdi
20 OCAK 2014
(10)
Mensubiyet bazen hakkı perdeleyebilir.
Haksız olduğunu bilerek taraf tutmanın vebali büyüktür.
Rabbim kişinin son nefesteki imanına bakar.
Önceki iyi amelleri etki eder ama iman nasip olmamışsa ahireti perişan olur.
Hâkim de, kadı da karşısına gelen mesele ve cürüm hakkında, işlendiği anda tarafların pozisyonuna bakarak karar verir.
Fiilleri değerlendirirken işlendiği zaman çok önemlidir.
Şu anda arada olmak, tarafsız kalmak meseleye müspet etki edemez.
“Tarafsız olmak bertaraf olmaktır” sözü her halde tam benzer durumlar için söylenmiştir.
İstikrarı talep etmenin hakkın da yanında olmak demek olduğunu düşünüyorum.
Ben de şahsen size, bizim gördüğümüz hakka tabi olamıyorsanız, en azından tarafsız olun çağrısını yapmak istiyorum.
Aksi takdirde yanlışı savunuyormuşsunuz gibi geliyor.
Devlet içindeki örgütlenmeye sahip çıkmamalısınız.
Çok kritik dönemdeki yolsuzluk operasyonlarını savunmamalısınız.
Suriye’ye devletin kontrolünde gönderilen TIR’lara yapılan operasyonları savunmamalısınız.
Devletteki paralel kadrolaşmayı savunmamalısınız.
Aksi takdirde, yanlış gördüğümüz bu işlerin arkasında Cemaat varmış izlenimini verirsiniz.
İstikrarı savunmak varken neden kargaşaya talip oluyoruz?
Ülkemizin, Müslümanların huzur içinde yaşamasına imkân veren bir iktidar varken neden Türkiye’yi bize dar eden siyasilerin ekmeğine yağ sürmeye kalkıyoruz?
Yanlışı göre göre, sessiz kalamam.
Hakkın yanında olduğumu düşünüyorum.
Bu ortamda sessiz kalmanın veya suya sabuna dokunmamanın vebal getireceğini düşünüyorum.
Bu safhada hakemlik, kaleye giren topun gol mü ofsayt mı olduğunu söyleyecek hakemliktir. Hakemlik tarafların doğru ve yanlışlarını sayıp dökmek değildir. O iş hakemlik değildir. Taraftarlar zaten yeteri kadar, hem de tek taraflı olarak tarafların yanlışlarını sayıp dökmektedirler.
Bu zamanda hakemlik doğrunun ve hakkın yanında olmaktır.
Selamlarımla.
Adnan Tanrıverdi
26 OCAK 2014
(11)
Kendinizi çok zorlamışsınız.
Gerçeği görmemek için çaba sarf ediyorsunuz.
Dün gece her cemaate mensup çok sayıda kanaat önderinin ve 150 Sivil Toplum Kuruluşunun temsilcilerinin katıldığı, Başbakanımız ile 3 saate yakın istişare toplantısı yapıldı. İstisnasız herkes Dış merkeze cemaat değil örgüt diyor. Katılanlar tehlikeyi fark etmişler. Kitle halinde Başbakan’ın arkasında kenetlendi.
Mesele maalesef sizin tasavvurunuz gibi değil.
İşin en doğrusu, İslâmi hassasiyetleri ile hizmete gönül vermiş dostlarımızın ABD’deki merkezle ve oraya bağlı organizasyon ile irtibatlarını kesmeleridir.
Başımızı başka yöne çevirmeyelim.
Gerçeği görmemek için çaba sarf etmeyelim
Belki bazı arkadaşlarımız alınıp kırılacaklar.
Ama doğruları bir an önce görmeliyiz.
Kabahati başkasına bulmak, her olanı Ergenekon’un üstüne atmak, bizi fazlası ile saf konumuna düşürmez mi?
Selamlarımla
Adnan Tanrıverdi
27 OCAK 2014
(12)
Bana göre her şey açık ve nettir.
Gırtlağına kadar siyaset ve ticarete girmiş bir oluşuma dini cemaat diyemem.
Merkezi ve beyni, dünya liderliği iddiasındaki bir süper gücün ülkesinde bulunan bir oluşumun, ülkemizdeki gizli örgütlenmesini milli iradenin temsilcilerini devirmek için harekete geçirmesini masum göremem.
Bu oluşumu göz ardı edip suçu Ergenekon’a atmayı hedef saptırmak olarak kabul ederim.
Birleşmiş Millet Teşkilatını bile İslâm Dünyasını sömürecek şekilde teşkil eden ve kontrolüne alan, İsrail’i İslâm Dünyasının kalbine bir ileri karakol olarak yerleştiren Haçlı zihniyetinin, kendi topraklarındaki bir beyni kullanmayacağını düşünemem.
Bu zihniyete hizmet etmek istemeyen bir iradenin hala burada kalmakta ısrar etmesini makul göremem.
Bu tabloyu bırakıp da dikkati başka oyunlara teksif etmeyi doğru bulamam.
Canlandığı takdirde Ergenekon zihniyetinin Türkiye için tehdit olmadığını hiç söylemedim. Bilakis bunu, kimse söylemezken ben söyledim.
Sudan sebeplerle, iktidarı yıpratmak, halkın gözünden düşürmeye gayret etmek, istikrarı bozup ülkeyi koalisyonlara mahkûm etmek, Ergenekon’un ekmeğine yağ sürmek değil midir?
Oyun apaçık oynanırken, suçu Ergenekon’un üzerine atarak, esas sorumluları masum göstermek bizi tarihin önünde mahkûm etmez mi?
Ben yanılırsam özür dilemesini bilirim.
Ama bu gün Milli İradeyi temsil eden, Siyasi istikrarın güvencesi durumunda bulunan, seçerek iş başına getirdiğimiz, halkın vicdanı mesabesindeki Sivil Toplum Kuruluşlarının kitle halinde desteklediği Siyasi İktidarın arkasında olmayı vicdanî, milli, dini ve insani bir görev olarak kabul ediyorum.
Ne cemaatle, ne iktidarla şahsi menfaat birliğim de, hasmane bir ilişkim de yoktur.
Her devlette, her iktidar döneminde olabilecek kişisel kusurları, ahlâki olduğu tartışılan usullerle tespit edilen, kişilerin yanlışlarını, asrın yolsuzluğu adı altında lanse ederek, Devlet içindeki gizli örgütlerini harekete geçirip iktidarın yıpratılmasını hiçbir şekilde doğru bulmuyorum.
Kasıtlı, toplum menfaatine zararlı, Türkiye’yi ve İslâm Dünyasını hedef alan Uluslararası Güçlerin işine yarayacak girişlimler olarak görüyorum.
Bu dış merkezin safiyetine inanmamız için;
Dış Merkezin bizzat kendisinin, Türkiye’deki Hizmet Hareketi ile ilişkisini kestiğini açıklaması,
Dış merkezin Holding yöneticisi gibi ticari işleri takip etmekten vazgeçmesi,
Türkiye içindeki Hizmet hareketinin Devletteki paralel kadrolaşma (Yargıda, emniyette, askeriyede, Bürokraside) ile hiçbir ilgilerinin olmadığını açıklamaları ve İktidarın bu kadrolarla hukuk içindeki mücadelesine muhalefet etmemeleri,
Hizmetin temiz mensuplarının, yanlışlara sahip çıkmaktan vazgeçmesi,
Hizmetin organı olarak bilinen basın ve yayın kurumlarının iktidar aleyhindeki menfi yayınlarını durdurmaları ve Devlet içindeki paralel kadroların girişimlerini savunmamaları,
Devlet içindeki paralel yapının, kendilerini kadrolaştıran iradeden emir almaktan vazgeçip, kendilerini pasifize edip, siyasi istikrarı bozucu menfi eylemlerine son verip, Devlet Hiyerarşisinin kontrolüne girmeleri gerekir.
Bu girişimi gördüğümüz zaman biz de, yanılmışız, bunlar gerçekten din hizmetinde bulunan cemaatmiş deriz.
Adnan Tanrıverdi
27 OCAK 2014
(13)
Yolsuzluklar konusundaki hassasiyetinizi anlıyorum.
Başbakanımızı destekleme konusunda ısrarımın sebebi;
12 yıldır 10’dan fazla kriz atlattık. Her bir krizi tereyağından kıl çeker gibi, çok hassas, süratli, milli ve manevi değerlere faydalı bir şekilde çözdü.
Bazılarına başlangıçta tepki gösterenler oldu.
Ama sonunda, insaflı olan herkes hak verdi.
İnanıyorum ki, bu kritik dönemi de hukuk çizgisinde atlatmamızı sağlayacak.
Devlet içinde örgütlenenlere de hukuk dışı (yani Ergenekon’un yaptığı gibi yargısız devletten uzaklaştırarak değil) davranmayacak.
Ama etkisiz kılacak. Yani başka merkezlerin kontrolünden çıkaracak ve pasifize edecek.
Bu hassas dönem geçtikten sonra da, yolsuzluk yapanların çanına ot tıkayacak.
İnisiyatifi elde ettikten sonra yolsuzlukla mücadeleyi birinci önceliğe alacak.
Bir liderde bulunması gereken en önemli iki vasfa Başbakanımız sahip. Meseleleri süratle kavrayıp ileri görüş sağlayan FERASET ve doğru bildiğini hayatı pahasına uygulamaya koyma CESARETİ. Buna ŞEFFAFLIĞI da ekleyebiliriz.
İşte ben böyle LİDERE Ülkemizin ve İslâm Dünyasının ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.
Ciddi krizler karşısında dostun dosta davrandığı gibi davranılması gerektiğini düşünüyorum. Dost olmayanların ve art niyetlilerin hücum ettiği zamanda, eksikleri sayıp dökmek uygun olmaz.
Kenetlenmemiz gerekir. Büyük resme göre hareket etmek gerekir.
İslâm Dünyası bir eşik atlama safhasında, bu safhada her türlü sorumluluğu yüklenecek bir lider bulmuşuz kıymetini bilmemiz gerekir.
Tökezletmek isteyenlere müsamaha etmemeliyiz.
Allah hakkımızda hayırlısını nasip eder inşallah.
Selamlarımla.
Adnan Tanrıverdi
29 OCAK 2014
(14)
Yolsuzluğa takılan arkadaşlar,
Bu karar %60 civarı hayat pahalılığı demektir. Yani %62 enflasyon.
Şimdi bu kaybımızı kim cebimizden aldı?
Ülke ekonomisine kim zarar verdi?
Dövizle iş yapan esnafı, iş adamını kim zarara soktu?
Piyasaları kim allak bullak yaptı?
Arkasından bir de siyasi kriz gelirse ne olur?
Koalisyonlara dönersek, haftalarca, aylarca hükümetler kurulamasa, kurulan hükümetlerin ömrü 6 ay-bir sene olursa, ekonomik, sosyal, siyasi, askeri hayat, iç ve dış itibarımız ne olur acaba?
Karşı karşıya bulunduğumuz tehlikeleri anlattığımızı zannederken, bazı değerlendirmelere bakınca, kendi kendime “az gittik, uz gittik, dere tepe düz gittik. Bir de arkamıza baktık ki, bir arpa boyu yol gitmişiz” demekten kendimi alamıyorum.
Rabbim cümlemizin ferasetini arttırsın.
Adnan TANRIVERDİ
ASSAM Yönetim Kurulu
ASSER Onursal Bşk.
FETHULLAH GÜLEN VE GÜLENİZM
Bir tarafta, Kökü devletin organlarında, saçakları milletin içinde, "BAŞI" dünya hakimiyeti için amansız mücadele veren bir süper devletin merkezinde olan bir dini cemaat(!). Cemaatin dışarıdaki başının halifeleri, içerideki gövdenin ise ağabeyleri olan sorumlular da sıkışınca soluğu Türkiye dışında alıyorlar.
Diğer tarafta, 1994 yılında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayı olduğundan bu yana, 21 yıldır girdiği her seçimi bir öncekine nazaran daha yüksek oy alarak kazanarak ve seçilerek İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı görevlerine getirilen Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan ve onun bir yıl önce teslim ettiği ve önümüzdeki seçimlerin iktidara en yakın olan Partisi var.
Cemaat var gücü ile var gücü ile Cumhurbaşkanını ve onun kurup büyüttüğü partiyi iktidara yaklaştırmamak için gayret sarf ediyor.
Emekli olduğum 1996 yılından 1999 yılına kadar bu cemaat, en üst seviyeden benimle de irtibat kurdu. Yurt içi yurt dışı gezilerine, mütevelli toplantılarına davet edildim. Götürüldüm. Yüksel tahsil seviyesindeki gençlerimizin dindar olması için uğraştığını değerlendirdiğim bu cemaate, katıldığım etkinliklerde konuşmalar yaparak destek verdim. 28 Şubat kararlarını kendine bağlı özel okullarda tavizsiz uygulamaları nedeni ile ilişkimi gevşettim. 1999 yılında Hac farizamı yerine getirdikten sonra sakal bıraktım. Muhtemelen bu sebepten, 1999 tarihinden sonra, benimle cemaat de irtibatını kesti.
Bir dini cemaatin devletin içinde örgütlenmesi, siyasetle uğraşması ve millet tarafından seçilmiş iktidarı yıkmak için bütün gücü ile bir nevi savaşması akıl alacak bir davranış değildir.
Ancak aklı başında olan insanların ret edemeyeceği bir gerçek var ki o da; Dünyanın 150'ye yakın ülkesinde eğitim kurumu ve benzer şekillerde örgütlenerek, bu ülkelerin süper zeki çocuklarını kontrolüne alan bir cemaatin lideri, dünya hakimiyeti davasında amansız mücadele veren bir süper devletin merkezinde olacak da, bu süper güç bu lideri ve cemaatini kendi menfaatleri için kullanmayacak ve bu lider de bu süper güce hizmet ettirildiğini anlamayacak, bu mümkün değildir.
Ülkemiz için hayat memat meselesi olan 01 Kasım 2015 Milletvekili genel seçimler öncesinde büyük mücadele tekrar alevlendi. Biz de ülkemizin selameti için istikrarı sağlayacak bir seçim sonucu için kendimizi sorumlu hissettiğimizden düşüncelerimizi yakın arkadaşlarımızla paylaştık.
Kemal Gökdoğan, birikimli yorumları ile hep istifade ettiğimiz emekli bir asker arkadaşımızdır. Bize Fetullah Gülen ve Cemaati hakkında 18 Ekim 2015 tarihinde gönderdiği bir mail ile hatıralarını paylaştı. Bu şahıs hakkındaki kafamızda mevcut olan bir çok soruyu aydınlattı. Ertesi gün bir, bu gün de üçüncü mailini adım, Değerli Dostum Kemal Gökdoğan Bey'in.
Bize üç bölüm halinde ulaşan tespit ve değerlendirmelerin dar bir çevrede kalmasına gönlüm razı olmadı ve değerli kardeşimizin bu yazısını değerli takipçilerimiz ve kamuoyu ile paylaşmak için aşağıda aynan sunuyorum.
Hayırlara vesile olmasını dilerim. 20 Ekim 2015
Adnan Tanrıverdi
ASSAM Ynt. Krl. ve
ASDER Onursal Bşk.
*************************************************************
"FETULLAH GÜLEN VE GÜLENİZM HAKKINDA BİR TAHLİL
BİRİNCİ BÖLÜM
TÜRKİYE'NİN TAPUSU
2006-2007'de Sn. Recep Tayyip ERDOĞAN ve Fetullah GÜLEN arasında yollar zımnen ayrıldı. Fetullah GÜLEN ülkeyi el altından yönetmek için Sn. Recep Tayyip ERDOĞAN'dan neredeyse Türkiye'nin tapusunu istedi. Bu istek karşısında ERDOĞAN gerekli uyarıyı yaptı ve nihayetinde "öküz öldü ortaklık bozuldu". Ancak her iki taraf da bir müddet bunu dışa vurmadı. Koku Ergenekon-Balyoz sürecinde yavaş yavaş çıkmaya başladı. Ve 17-25 Aralık olaylarında yollar resmen ayrıldı.
Bu sürecin ayrıntısına girmeyeceğim. Şimdi yeri ve zamanı değil. Şimdilik bir arkadaşın mesajına bazı notlar düşeceğim.
KAZANI YAVAŞ YAVAŞ KAYNATMAK TAKTİĞİ
2006-2007'ye kadar (hatta daha da evveli var şimdilik oraya girmeyelim) ERDOĞAN'ı, AKP'yi ve iktidarın icraatlarını sorgusuz sualsiz arşı âlâya çıkaran Fetullah GÜLEN camiası 17-25 Aralık olaylarından bir yıl kadar önce eleştiriye başladı. Kulaktan kulağa dedikodu yayma yöntemi kullanıldı… “Erdoğan iyidir de etrafı kötüdür de, yolsuzluklar var da falan filan” dedikodularla zemin hazırlandı bana da cemaatten hiç tanımadığım şakirtler yanlarına tanıdığım bir kaç kişiyi alarak geldiler yapay samimiyetle bu tür şeyleri (sizin şimdi anlattıklarınızın benzerlerini) anlattılar... ben de safım ya yuttum tabi, (öyle zannettiler) ve 17-25Aralık olaylarından sonra aynı cemaat lideri ve takımı aynı ERDOĞAN'ı aynı AKP'yi aynı kişileri ve aynı iktidarı firavun, nemrut vb... ilan ettiler.
SAMİMİYETİN BİTTİĞİ NOKTA
Bu tablo karşısında Fetullah GÜLEN camiasından birisi samimi bir kalple de olsa, yapıcı, yol gösterici de olsa bu vakitten sonra onun eleştirisinin benim yanımda hiç bir değeri yoktur. Anti parantez ben ERDOĞAN'ın ve AKP'nin eleştirilemez kutsal olmadığını defalarca vurguladım. Türkiye nasıl ki Fetullah GÜLEN'in tapulu malı değilse Türkiye ERDOĞAN'ın ve AKP'nin de tapulu malı değildir. Ancak... eleştiride ERDOĞAN ve AKP gitsin ülke batsa da olur noktasına gelmiş olan camianın hırsının, kininin, intikamının kokusunu aldığım anda hafakanlarım basıyor.
Bu meseleyi burada tekrar tekrar gündeme taşımanın bu nedenle benim için hiç bir anlamı yoktur. Fakat siz yine de anlatın belki anlamlı bulanlar olabilir.
NOT:
Seçim öncesinde Paralel Yapı meselesini kaşımamak arzu ediliyor ancak bence bir şeyler bilenin tam konuşma vakti bu zamandır diye düşünüyorum. Çünkü ülkenin koalisyon belasına maruz kalması ve HDP'nin daha fazla güçlenerek siyasi istikrarın iyice bozulması için elinden geleni yapan Paralel Yapı tüm güçleriyle her cepheden iktidara saldırırken SUSMAYI HAZMEDEMİYORUM.
Değerli büyüklerimden ve değerli kardeşlerimden özür dileyerek eteğimdeki taşların bir kısmını dökeceğim.
Uzun bir yazı olacak. Okuyana da okumayana da en baştan saygılarımı sunuyorum.
CEMAATİN HİZMET BOYUTU
Fetullah GÜLEN’in 1970’li yıllarda başlattığı yapılanmayı bu ülke için YETİŞMİŞ DEĞERLER olarak kabul edebilir miyiz?
Evet, KISMEN.
Cemaatin tabanı baştan sona samimi insanlardan müteşekkildir. Ben 53 yaşındayım ve bu insanlarla neredeyse 35 yıldan fazla zamandan beri mesafeli düzeyde de olsa hasbihalimiz vardır.
CEMAATİN TERÖR BOYUTU
Fetullah GÜLEN’in 1970’li yıllarda başlattığı yapılanmayı bu ülkeye yönelik bir TERÖR ÖRGÜTÜ olarak kabul edebilir miyiz?
Evet, KISMEN,
Dindar ve samimi taban hariç geri kalan kripto yönetim tam bir terör örgütüdür.
TABANSIZ TERÖR BOYUTU
Tabanın bir kısmı kullanıldığını 17-25 Aralık gerçeğinde görünce üzerindeki asalakları (hiyerarşik PARALEL yapının gizli yöneticilerini) silkeleyip atmaya başladı.
Zaman içinde tabanın tamamen alttan kayacağı mâlumdur fakat hiyerarşik yapının gizli yöneticileri ve açığa düşmüş deşifre olmuş militan şahsiyetleri ve gizlenme ihtiyacı duymayan “sempati toplayıcı kitle” tabansız bir tavan olarak eylemlerine devam edeceklerdir.
EYLEMLERİ NELERDİR?
Şimdilik Sn. Cumhurbaşkanı’nı, AKP’yi ve cemaat karşıtlarını firavun ve deccal ilân ederek ölümüne mücadeledir. Bu mücadeleyi CHP’ye, MHP’ye, HDP’ye destek vermekle ve PKK’ya yalakalıkla sürdürmektedirler. Bir de sosyal medyada, çok mahir oldukları müstear isimlerle yalan, dolan, iftira, kumpas, yazı, tweet, kaset, resim ve her türlü üçkâğıtla yoğun şekilde yapmaktadırlar.
KAFA KARIŞTIRMA EYLEMİ
Bir zamanlar hasbihal ettiğimiz fakat şimdilerde ayda yılda bir tesadüfen karşılaştığımız şakirtler 17-25 Aralıktan sonraki seçim arefelerinde sahte gülücüklerle ev veya iş ziyaretine geliyorlar. Ağızlarında bir sürü lüzumsuz şeyler geveledikten sonra güyâ üstü kapalı propagandaya başlıyorlar.
Memlekette ahlâksızlık, fuhuş, cinayetler artmış.
Müslümanlar fişleniyormuş.
Basın susturuluyormuş.
Can güvenliği kalmamış.
Yunanistan’da dahi daha çok insaniyet varmış.
Suriyeliler her yeri istila etmiş.
Bizim Suriyeliler kadar değerimiz kalmamış.
Bu gidişin sonu kötüymüş.
Dur demek lazımmış.
Bu muhteremlere;
“Ben de aynı kanaatteyim. Bu nedenle ben de sizin gibi oyların doğuda PKK’nın HDP’sine, sahilde CHP’ye ve İç Anadolu’da MHP’ye verilmesi taraftarıyım. Memlekete bu kadar hainlik eden AKP yeter ki gitsin, memleketi HDP ve Kandil yönetse de olur” deyince beni AKP fanatizmiyle suçlayıp gidiyorlar.
CEMAATİN CEMAZİYEL EVVELİ
AKP ve Cemaatin arası Ergenekon-Balyoz-Islak İmza vb. süreçte birileri tarafından açıldığı iddia ediliyor.
Hayır efendim. Bu iddia, iyi niyetli cemaatçilerin, cemaate sempati duymaya devam edenlerin ve cemaatin cemaziyel evvelini yani kirli ve gizli yüzünü yakînen tanıma fırsatı bulamayanların zanlarıdır.
Bir kaç olay anlatayım da merak edenler okusun...
12 EYLÜL 1980 SÜRECİ
Her cemaate baskı yapılıyor, hakaret ediliyor, İslâmi değerlere saldırılıyor... ve bu arada Fetullah GÜLEN de askeri cunta tarafından fellik fellik aranıyor ama bir türlü bulunamıyor. Şakirtler boş durmuyor bir yandan habire sempatizan topluyor.
PARALEL KERAMET
Üniversite yıllarımda Milliyetçi Ülkücü harekette Yazıcıoğlu rüzgârıyla tasavvufa yönelmişlerdenim. Bu hassasiyetimi iyi bilen görevli bir şakirt bana geldi; “Bir hain Hocaefendi’nin yerini ispiyonlamış. Polisler tutuklamak için baskın yapmışlar fakat gözlerine perde çekilmiş önlerinde duran Hocaefendi’yi görmemişler ve burada yok deyip gitmişler” dedi. Ben yirmili yaşların saflığında olduğumdan neden yalan söyleyeyim ki o zaman bu keramete inandım. Nereden bileyim ki o polislerin tâ o zamanın paralel polisleri olduğunu ve Fetullah’ı gördükleri halde göremedik deyip dönüp gideceklerini.
HALİD BAĞDADÎ’NİN CÜPPESİ
(Mevlânâ Halid-i Bağdadî (1779-1827), Nakşibendi Halidiye yolunun öncüsü ünlü âlim ve mutasavvıftır.)
Her hafta İstanbul Beyazıt Hilâl Apartmandaki Risale-i Nur derslerine misafir öğrenci kategorisinde katılıyorum. Dersler, çay, muhabbet, dostluk nefis. Fırıncı ve Üstad Said Nursi’nin diğer yaşayan talebelerini dinliyoruz.
Yine peşimdeki görevli şakirt, beni başka bir Nurcu grubuna kaptırmamak için hemen bir keramet daha anlatıyor: Halid-i Bağdadi Afyonlu bir hanıma cüppesini ve takkesini hediye etmiş ve bunları saklamasını ve Afyona bir İslâm kahramanı âlim gelince emaneti ona teslim etmesini söylemiş. Ve o âlim Afyona gelmiş. Kadın emaneti teslim etmiş. Hiç bir hediye kabul etmeyen Bediüzzaman (Said Nursî 1878-1960), cüppeyi ve hırkayı almış. Sonra Bediüzzaman da bunları birisine vermiş ve kendisinin hakiki talebesine ulaştırmasını söylemiş. Bir gün Hocaefendi’ye o emanet gelmiş ve hemen giymiş ve elhamdulillah emanet bu fakire ulaştı demiş. (Hoca Pensilvanya’ya sıvışmadan önce).
Buna da inanmıştım. Çünkü Mevlâna Halid Bağdadi’ye atfedilen Halidiyye Kolu sufilerindendim. Şakirt beni Fetullah’a doğru yönlendiriyordu.
TÜRKİYE EMANETİ
Bir gün bir yerde duydum ki Peygamber Fetullah Hoca’ya görünmüş ve Türkiye’nin sorunlarını halletmek üzere emanet etmiş. (Dileyen bağlantıdan dinlesin). Pek aklıma yatmadı ama yine de inanasım gelmişti. Çünkü daha önceki duyduğum şeyler beynimde haşhaş (eroin) etkisi yapmaya başlamıştı.
https://www.youtube.com/watch?v=-oxBZgVdlQ8
2. ABDULHAMİD’İN HÂFİYELERİ
Şakirtlerle dertleşiyoruz. Öğrencilik yıllarımız. Adrenalin tepemizde tavan yapmış. İslâm ve Müslümanlar basında yayında eğitimde öğretimde askeri vesayete sığınanlar tarafından aşağılanıyor. İslama karşı açıktan saldırı var. Allah’ın dini ile alay ediliyor ve biz ne yapıyoruz? Hiç bir şey. Ne yapabiliriz? Bu tağutlarla nasıl mücadele edebiliriz?
Şakirt başı derdimize derman olacak bir hikâye anlattı:
2. Abdulhamid’in Avrupa saraylarına soktuğu ajanlar şikâyete gelmişler. Padişah Şeyhülislam’ı çağırmış ve derdinizi ona anlatın demiş. Anlatmışlar... Efendim biz istihbarat uğruna gâvur kılığına giriyoruz ve gâvur olduğumuza inandırmak için Avrupalı saray kadınlarıyla yatıp kalkıyoruz, içki kullanıyoruz, dans ediyoruz ve bu sebeble bunalıma giriyoruz. Bu işi bırakmak istiyoruz lâkin hünkârımız müsade etmiyor, devam diyor. Siz ne buyurursunuz? Şeyhülislam sakallarını sıvazladıktan sonra; “evlatlarım Allah indinde sizin girdiğiniz günahlar bizim sevaplarımızdan üstündür, vazifeye devam” diyerek cevaz vermiş.
Hikâyeyi dinledim ve beynimde şüphe çanları çalmaya başladı. Bu hikâye 2. Abdulhamid gibi bir padişaha iftiradan başka bir şey olamazdı ama iyi niyetle uydurulmuş bir hikâye diye önce fazla önemsemedim.
LÂĞIM BORUSUNDAN SÜT İÇİLMEZ
Sonra… Mensubu olduğum Halidiyye sûfiliğinin İslâmi hassasiyetine baktım bir de cemaatin İslâmî hassasiyetine baktım. Cemaatte hizmet, gizlilik, ve devletin kılcal damarlarına sızma uğruna her türlü melânete izin var. Sufilikte ise asla ve kat’a İslâm’a gayrı meşru yoldan hizmet verilemez kuralı işliyor.
Hafiye hikâyesi beynimde yeniden depreşti ve şakirtlerle tartıştık. Bir sufi dostuma meseleyi anlattım. O dostum bu tür konulara bir âlimin şöyle cevap verdiğini söyledi; “Lâğım akan borudan süt içilmez”.
UYANIŞ
Âlimin muazzam cevabıyla yavaş yavaş girmekte olduğum haşhaşın etkisinden kurtuldum elhamdulillah. Fakat yine de cemaate karşı uzaktan sempatim devam etti.
2. HAMLE
Öğrencilik bitti. 1986 yılı sonuna doğru mesleğe başlangıç eğitim ve kurslarındayız. Bir caminin üst katında beş-altı kadar sufi grubuyla hatme-i hâcegân muhabbetindeyiz. O gruptan bir sufi benimle sıkı fıkı olmaya başladı. Önce küçük Risale-i Nur kitapçıklarıyla yaklaştı sonra Fetullah hocadan bahsetmeye başladı. Yabancı olmadığım alanda ben de bu yapay yakınlaşmaya cevaz verdim. Ne de olsa İslâm düşmanlarına karşı müttefiktik.
Öğrencilik yıllarımdaki durumum cemaatin (FİT/Fetullah İstihbarat Teşkilatı) istihbaratı tarafından bu şakirde ulaşmış demek ki... Sufî gruba sufi takiyyesiyle SIZINTI yapmış olan şakirt de beni tekrar kazanmak için 2. hamleyle görevlendirilmişti, bu belliydi.
Fiskoslaştık ve hafta sonu bir ışık evinde buluşmak üzere program yaptık.
DEVE KUŞU
Cuma mesaisi bitince Gebze-Haydarpaşa banliyö trenine ayrı ayrı bindik. Birbirimize yakın durmuyorduk. Pardesümüzün yakalarını kaldırdık ve etrafı dikizledik. Şakirt bu hafiye davranışlarını zevkle yapıyordu bana da hafakanlar basıyordu ama dostluk adına ses çıkarmıyordum.
Buluşma evine beşer dakika ara ile girdik. Evdekilerle selamlaştık. Oturduk. Uyduruktan bir risale dersi yaptık ve ardından tanıştık. Benim arkadaş kendisini başka bir isimle beni de başka bir isimle tanıttı. Oradakiler de kendini tanıttı ama onların da isimleri bizim gibi uydurma olmalıydı. Herkes deve kuşu gibi gizlenmeye çalışıyordu.
Komediye başka bir eve hafiye taktiklerle intikal ederek devam ettik. Hocaefendilerinin ağlamaklı bir kaç kasetini dinledik. Tanışma faslında yine uydur kaydır isimler, yapay muhabbetler falan filan.
Toplantıdan sonra beni getiren şakirtlere bu tür hafiyelik oyunlarını sevmediğimi, o toplantıda MİT ajanları olabileceğini ve bu tür komediyi bırakmalarını söyledim.
AFOROZ
“CEMAATE UZAKTAN SEMPATİZANLIK” makamından bir müddet sonra aforoz edildim. Bir kişi hariç bana bir daha yaklaşmadılar. O kişinin de cemaati kontrol eden devlet ajanı olduğunu tahmin ettiğim için ondan ve bu pis oyunlardan bugüne kadar uzak durdum.
CEVAPSIZ SORULAR
Aforozdan sonraki on yıl zarfında yaşadığım olayları şimdilik es geçiyorum. 1995 yılının dini bayramında bir şehirdeki anımı anlatacağım.
Bir dostun evinde şehrin büyük abilerinden (imamlarından) olan birisiyle karşılaştık. Söz döndü dolaştı cemaat ve tarikat arasındaki farklara geldi. Tarikatları pasiflikle suçladı cemaati aktiflikle öve öve yere göğe sığdıramadı. Benim sigortalar attı.
Yukarıda kısaca yazmaya çalıştığım olayları daha detaylı anlattım. İmam renkten renge giriyordu. Çünkü anlattıklarım cemaatin tabanlarından sakladıkları gizli stratejileriydi. İnkâr ve ret edemedi. Sadece “bazı arkadaşlar hizmette bu tür abartılara kaçabiliyorlar” diyerek savunma yaptı.
Konuyu değiştirmek istedi ama ben inatlaştım ve kendisine sordum:
1-Bu stratejiden Hocaefendinizin haberi var mı?
2-Bu stratejiyi Hocaefendiniz mi planladı yoksa siz mi planladınız?
3-Bu stratejinizi tabanınız biliyor mu?
4-Bu stratejinizin MİT tarafından hem de içinizden takip edildiğini biliyor musunuz?
5-Her cemaate, her partiye takiyyecilerinizi sızdırma planını hocaefendiniz mi emretti siz mi planladınız?
6- Devletin kılcal damarlarına sızarken size de sızıldığını biliyor musunuz? Vs...
Sorularıma nasıl cevap verirseniz verin
sizin stratejiniz sakat.
Bu stratejiyi Hocaefendiniz kurduysa
hocanız da siz de yanlış yoldasınız.
Eğer siz yapıyor da
Hocaefendinize haber vermiyorsanız
yine tümden sakat bir iş yapıyorsunuz
diyerek sustum.
Cevap bekledim.
Benim sorularıma cevap vermedi ve başka bir konuya geçtik.
UZAKTAN BU KADARSA
Bu cemaatle ucundan kıyısından girdiğim ilişkilerde bu kadar problem tespit ettiysem, Latif ERDOĞAN gibi cemaatin özünden gelenlerin anlattıklarına hiç şaşırmamak gerekir. Ben yaşadıklarımın tamamını gizlemeden anlatıyorum ama Latif ERDOĞAN’ın bildiklerinin binde birini anlatıp gerisini anlatmaktan hayâ ettiğini tahmin ediyorum.
BENİM TEORİLERİM
Buradan sonra anlattıklarım görünen olayları tahlilimden ibarettir.
SİYASİ DEHÂ
Benim gibi sıradan bir vatandaş Fetullah’ın sakat stratejisini kabaca çözdüyse, Erdoğan gibi usta bir siyasi dehâ hayda hayda en ince ayrıntısına kadar çözmüştür, bunda şüphem yoktur.
DEVLET VE DEMOKRASİ PROBLEMİ
Askeri vesayet bu devletin ve milletin en büyük problemiydi. Acilen çözülmesi gerekiyordu fakat nasıl?
DİNSİZİN HAKKINDAN İMANSIZ GELİRMİŞ
Devletin, milletin, inanç özgürlüğünün ve demokrasinin en büyük engeli olan askeri ve Kemalist bürokratik vesayetin şer gücünün hakkından ancak başka bir şer güç gelebilirdi. Öyle de oldu.
Otuz yıldan beri devletin kılcal damarlarına her yol meşrudur diyerek sızan kripto şakirtler Ergenekon ve Balyoz davalarında yaşa kuruya bakmadan asker ve Kemalist bürokratik vesayetin belini hukuk, bilim ve basındaki örgütlenmeleri sayesinde kırdılar. Cemaat zannetti ki asker ve Kemalist vesayetin yerine kendi vesayetlerini koyacaklar. Ancak umdukları gibi olmadı. İki şer güç birbiriyle kapıştı ve birbirini törpüledi ve kazanan DEVLET ve MİLLÎ İRADE oldu.
CİĞERİNE OTURDU
Türkiye’nin tapusuna kırk yıl önce göz koymuş olan Fetullah Stratejisi, Türkiye tarihinin en büyük siyaset ustası karşısında ofsayta düştüklerini, açığa çıktıklarını fark ettiler ama iş işten geçmişti. Ergenekon ve Balyoz sürecinde zafer sarhoşluğu nedeniyle deşifre olmuşlardı.
Asker ve Kemalist bürokratik vesayet
güç zehirlenmesi nedeniyle
Erdoğan’ın milli iradeye dayalı
meşru siyaseti karşısında
nasıl ki kendi kendini bitirdiyse,
Fetullah stratejisi de kendi güçlerinin zehirlenmesine uğradılar ve yok olma sürecine girdiler.
Meşru siyasetin bu ustalığı karşısında Fetullah çıldırdı, Ergenekon-Balyoz sürecinin sonucu ciğerine oturdu ve o meşhur BEDDUA seansını yaptı.
ERDOĞAN’I SAF ZANNEDENLER
Erdoğan (AKP) ile cemaatin arasını Islak İmza vs. gibi komplolarla bozdular, birbirlerine düşman ettiler senaryosuna inanan dostlar LÜTFEN bu kadar temiz kalpli olmayın. Erdoğan onun bunun ağzına bakacak kadar saf değildir. Ben, Erdoğan’ın ve Arınç’ın Paralel yapı tarafından aldatıldık, ihanete uğradık tarzındaki beyanlarının dahi siyasi bir söylem olduğunu tahmin ediyorum.
Siyasetten zerre kadar anlamadığı halde siyaseti ele geçirmeye çalışan Fetullah siyaset konusunda saf olabilir aldanabilir ama Erdoğan asla.
SİYASİ TEDBİRLER
AKP ve Erdoğan’ın sırtından devletin tapusunu ele geçireceğini zanneden kırk yıllık paralel strateji çatır çatır çökmeye başlayınca akıl tutulmasına girdiler. Tüm güçleriyle saldırıya geçtiler.
Erdoğan
Başbakanlık koltuğuna oturduğu andan itibaren
Paralel’in tüm hamlelerini
çok önceden hesap etmemiş olsaydı...
“Böcek” olayında,
“Kriptolu Telefon Dinleme” olayında,
“AKP’ye sızan takiyyeciler” olayında
ve diğer her Paralel stratejisinde
en başından beri tedbirli olmasaydı,
Arınç ve Gül ile birlikte
Cemaatin hırslarına karşı
“iyi polis kötü polis” siyasetini uygulamasaydı çoktan yok olup gitmişti.
GEÇ UYANDILAR
AKP ve Erdoğan’ı kullanamayacağını biraz geç anlayan Paralel ihtirasın 2003’den beri yedekte beklettikleri tüm kumpasları, şantajları, iftiraları, yalanları öne sürmeleri işe yaramadı.
AKP OY KAYBETMİŞ
Ecevit’ten itibaren CHP’yi, Başbuğ’dan sonra MHP’yi, Şehit Yazıcıoğlu ve Topçu’dan sonra BBP’yi ve Kamalak’ın SP’ni kısmen içeriden ele geçirdiği için hepsini de parmaklarının ucunda mandik mandik oynatan Hoca, yanlarına HDP’yi de katarak Erdoğan ve AKP’den siyasi intikama devam etti. Bu arada küresel karanlık güçler de kumpanyaya katıldı. PKK’nın da yoğun baskı ve propagandasıyla HDP’ye hep birlikte barajı aşırttılar.
Doğru, AKP %10 civarında oy kaybetti ama gözden kaçan bir gerçek var; AKP oy kaybetti ama İLKE KAYBETMEDİ ve neticede DEVLET KAZANDI, MİLLÎ İRADE KAZANDI, DEMOKRASİ KAZANDI.
Ve kazanmaya devam edecek.
KAYBEDEN KAZANMIŞTIR
Ülkedeki ve dünyadaki tüm şer güçler, tüm şer siyasiler, tüm teröristler, tüm paralel yapılar AKP ve Erdoğan’a saldırdıkça saldırıyorlar. Bu kadar saldırı ve ittifak karşısında milli irade ve Allah’tan başka dayandığı yer olmayan Erdoğan’ın bundan sonra da kalleş cephe karşısında kaybedeceği her şey benim nazarımda ZAFERDİR.
AKP VE ERDOĞAN’IN SİYASİ HATALARI
Var mıdır? Vardır?
Niçin vardır?
Çünkü beşerdir.
Ben de sizin gibi beşerim diyen Rasulullah dahi beşerî fıtratı gereği hata (zelle) yapabiliyorsa ve vahiyle düzeltiliyorsa, VAHİY almayan Erdoğan neden yapmasın?
FETULLAH HATASIZ MI
Hatasız diyen beri gelsin.
HATADA KERAMET YOKTUR HİKMET VARDIR
Erdoğan ve AKP’nin hatasında
keramet meramet arayan yoktur.
Evvelâ bu böyle biline. Sonra…
Beşerin hata yapmasını dileyen Hak, hatalardan ders almak hikmetini amaçlamıştır.
Hata yapmayan insan kendini ilah zannetmeye başlar.
Hatadaki en büyük hikmet ilahlık iddiasından uzak kalmaktır.
ANKETLER
Erdoğan ve AKP anketler yapıyor. Halk hatayı da sevabı da açıkça söylüyor. Böylece hatalardaki hikmet açığa çıkıyor. Erdoğan ve AKP hatalardan ders almasalardı bu kadar iç ve dış şer ittifakına bu kadar müddet dayanamazlardı.
FETULLAH HATASIZ İSE PARTİ KURSUN
Oyumu ona vereyim.
Evet Fetullah parti kursun hem PKK’nın HDP’si ile ittifak ederler, AKP’yi daha çok sallarlar.
İKİNCİ BÖLÜM
ÇAKAL YAVRULARININ OYUNLARI
Tabiat belgesellerinde izleriz... çakal yavruları büyüklerin kulaklarını ısırır kuyruklarını asılır ve kardeşleriyle de boğuşurlar. Tüm bu oynaşların amacı yavruların gelecekteki AVLARA hazırlanmasıdır.
DİJİTAL TEKNOLOJİDEN ÖNCE
Yıl 1986 sonbaharı, 29 yıl evvel... Hafta sonu tatilindeyiz, şakirt bir dostumla Boğaz'da bir pastaneye gittik. Bizden önce gelen bir kaç şakirdin masasına oturduk. Çay içiyoruz. Tanımadığım şakirtlerden birisi elindeki Zippo çakmağı sürekli çat çut açıp kapatıyor, diğeri de hafif kalın bir dolmakalemle oynuyor. Diğer masalarda da bizim gibi kısa traşlı sakalsız bıyıksız delikanlılar yanlarındaki kız arkadaşlarıyla aşk meşk boyutundalar. Pastaneden ayrıldık. Perdeleri kapalı, içerisi loş ve rutubet kokulu IŞIK (?) evine döndük. Zippo çakmak ve dolmakalem alacakaranlık masaya konuldu bir kaç tiktak hareketten sonra içleri açıldı. Benim saflığım tuttu... çakmak ve kalem bakımı yapacaklar zannettim. Meğer ki KASET EKİBİ pastaneye gelen diğer gençlerin fotoğraflarını ve seslerini kaydetmişler. Mikro fotofilm ve mikro ses kasetini çıkarıp çantalarına koydular yerlerine yenisini takıp kapattılar. Ben sormadan bana hava atarak şöyle anlattılar: Solcu meslektaşlarımızın fahişelerle buluşacağını öğrendik ve sizin de şahit olmanız için pastaneye beraber gittik ve onları kayda aldık. Fotoğrafları ve ses kasetini amirlerine postalayıp onları ahlâksızlıktan disipline verdireceğiz.
Paralel yavrular tâ 30 yıl önce dijital teknoloji yokken bu tür oyuncaklarla oynuyorlardı.
Bu yavrular büyüyünce ne yapar?
Ne yaptılar?
Biliyoruz ve biliyorsunuz.
Dijital teknoloji çağında nice canları montaj ve gizli çekim şantajlarıyla nice iftiralara nice kumpaslara sürüklediler.
EŞİMİZ DAHİ BİLMEYECEK
30 yıl evvelki şakirtlerin bu tür çakal oyunlarını gördüm ama o zaman şöyle düşünüyordum. Kur'an bir ayette insanların gizlisini araştırmamayı emrediyordu ama şakirtler vatan millet din sevdasıyla bir nevi düşman addedilen sol, komünist ve dinsiz ideoloji cephesiyle cihat ediyorlardı. Bu da onların yöntemi diyerek kendi şeffaf ve meşru dairedeki inanç yaşamımı sürdürüyordum.
Şakirt dostlar benim hafiyelik işlerinden hoşlanmadığımı anlayınca daha idealistçe "mukaddes bir vazife" teklifinde bulundular...
Projeye göre… Açık bir kızla evlenecektim. Öğretmen veya hemşire öncelikli olmalıydı. Dini ameli olmamalıydı, ileride dine yönelmemeliydi, başı hep açık kalmalıydı. Eşime ölene kadar asla namaz kıldığımı ve dini yönümü hissettirmemeliydim. Eşimle her türlü eğlenceden ve kokteylden geri kalmamalıydım. İçkilere gizlice bir miktar tuz veya sirke dökmeliydim, ve sınıfımda yükselebildiğim yere kadar azimle yükselmeliydim. Eşimi eş olarak değil de gizlenme aleti olarak kabul edecektim. Çok önemli mevkilere gelme ihtimalimi dikkate alarak gerekirse bebek sahibi dahi olmamalıydım. Çünkü evlat hizmette zaafiyet demekti. Otuz, kırk yıl sonra bu serdengeçtiliğimizin meyvesini yiyecektik. Tabi o zamanlar meyvenin ne olduğunu tam olarak tahmin edemiyorduk... Meğer ki Ergenekon-Balyoz- Başbakanı dinleme, 17-25 Aralık Operasyonu, siyasal partileri yönetim kadrosuyla ele geçirme vb. kumpas haltlarının meyveleriymiş.
Elbette mukaddes vazifeye uymadık...
NİYET VE ÂKIBET
30-40 yıl evvelki o delikanlı şakirtler o zamanlar gerçekten HAYR niyet taşıyorlardı. "Milletin imanını selamette görmek" uğruna kendilerini şeriat dışı yol kullanmakla ateşe atıyorlardı, cehenneme girmeye razılardı. Bu da onları gözümde kahraman yapıyordu.
Ancak âkıbet hiç de HAYR olmadı. Ulaştıkları gücün namlusunu önce kısmen ERBAKAN'a, sonra yine kısmen ÖZAL'a en sonunda da tüm barut haklarını kullanmak üzere en sert şekilde ERDOĞAN'a çevirerek patlatmaya kalkıştılar. Şükür ki acemiliklerinden dolayı Allah ellerini ayaklarına doladı da tetik ateşlemedi... açığa düşüp sırıtıp kaldılar.-
SAF MIYIM BASİRETİM Mİ BAĞLANDI
MİT'i FİT'e (Fetullah İstihbarat Teşkilatı'na) teslim etmeyen Hakan Fidan'ı tutuklama girişimi ve 17-25 Aralık ihanetine kadar bu cemaate her nasılsa hep kahraman serdengeçtiler gözüyle baktım. Yollarını, yöntemlerini, stratejilerini hep eleştirdim ama aynı zamanda her nedense hep sevdim o keretaları.
Paralel ihanetten sonra Başbakan'ın (ERDOĞAN) sesi kısılana kadar meydan meydan bağırmasıyla 30-40 yıllık saflığımdan ancak kurtulabildim.
ÂKIBETİMİZ HAYIR
Seçimler yaklaşıyor. Ülkemiz ya koalisyon krizleriyle boğuşmaya devam edecek ya da tek parti istikrarıyla iç ve dış şer cephesiyle mücadeleye devam edecek.
Sandıktan ne çıkarsa çıksın meşru yolumuzdan dönmedikçe gayri meşruya bu ülkede ekmek yok.
Meşru yoldan dönmedikçe âkıbet hep hayır olur... kazansak da kaybetsek de.
CEMAATLER AKP'NİN TAPULU MALI DEĞİLDİR
Fetullah cemaatini AKP'ye oy vermiyor diye eleştirme hakkımız yoktur çünkü hiç bir cemaat hiç bir partinin tapulu malı değildir. Bu yazıyı da oy vermiyorlar diye yazmıyorum…
Cemaatlerin tabanı da hocaların, liderlerin ve yöneticilerin tapulu malı değildir. Cemaat bireyleri özgür iradeleriyle ve kendi akıllarıyla oylarını diledikleri partiye vermelidir.
Peki paralel cemaat liderlerinin Erdoğan'a ve AKP'ye ihanetini niçin anlatıyorum? İzah edeyim.
MUHALEFET BAŞKADIR İHANET BAŞKADIR
Bir cemaat bir partiye muhalefet yapabilir. Geçmişte bazı cemaatler bazı partileri desteklemiş bazılarına meşru muhalefet yapmışlardır. Şimdi de bu tür muhalif veya dost cemaatler vardır ve hep olacaktır.
İhanet ise bambaşka bir mevzudur.
Her partiye kripto elemanlar sızdırarak ele geçirmeye çalışmak ve partileri cemaatin çıkarları doğrultusunda zombileştirmek ihanettir.
Devlet kurumlarına cemaat elemanı yerleştirmek için iktidar partisine ölümüne destek vermek, ölüleri dahi mezardan kalkıp oy vermeye çağırmak fakat bu hırsın hesabı sorulunca da o parti liderinin şahsına, ailesine, partinin şahsı manevisine, bakanlarına, vekillerine, belediye başkanlarına, parti üyelerine ve seçmenlerine toptan kahpece bir iftira savaşı başlatmak ihanettir.
Cemaat lideri ve elebaşları AKP’yi diğer bazı partiler gibi ele geçiremeyince, zombileştiremeyince ihanet yolunu seçtiler.
AKP-CEMMAT KAVGASININ GERÇEK YÜZÜ
Cemaatin amacı AKP'nin beynine bir virüs gibi yerleşmek ve ülkeyi AKP vasıtasıyla cemaatin tapulu malı haline getirmekti. Olmadı. Erdoğan izin vermedi. Taviz vermedi. AKP'yi ve ülkeyi virütik yapıya teslim etmedi. Bu nedenle Firavun ilan edildi.
Kavganın aslı astarı budur gerisi hikâyedir. Kim ne anlatırsa anlatsın külahım dinler.
KEŞKE İHANET YERİNE MUHALEFET YAPSAYDILAR
Cemaat AKP ve ERDOĞAN'a ihanet yerine meşru muhalefet yolunu seçseydi kendine yazık etmezdi.
NOT:
30-35 yıl evvelki şakirt dostların ne isimlerini ne de kim olduklarını asla ve asla hiç bir zaman hiçbir yerde zikretmedim. Hemen hemen hepsi zihnimden silindi gitti. Otuz yıldan beri de hiç birisini ne gördüm ne de haberleştim. Onları unutmasaydım yine zikretmezdim çünkü onlar bana dostça güvenen gençlerdi ve satılmayacaklarını biliyorlardı. Yanılmadılar, yanıltmadım.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
GÜLEN VE GÜLENİZMİN PSİKO BOYUTU
Cemaatler içinde Türkiye ve dünya gündemini son çeyrek asırda en fazla meşgul etmiş olan “GÜLEN Hareketi” veya kendi tercihleriyle “Câmia” ya da ülke güvenliği ifadesiyle “FETÖ” (Fetullahçı Teör Örgütü)nün psiko boyutu hakkında özel bir yorum getirmek istiyorum.
FETULLAH GÜLEN
Kimdir ve amacı nedir?
Tabii ki biyografisini ve amacını burada anlatmayacağım çünkü haddinden fazla lehinde ve aleyhinde yazılıp çizildi. İyi birisi midir kötü birisi midir diye sorgulamayacağım, niyetinin halis mi hainlik mi olduğunu da bu bölümde okumayacağım. Klasik yorumlar yerine en çok dikkatimi çeken AZMİ, HIRSI ve ETKİ GÜCÜ hakkında sadece özel düşüncelerimi arzedeceğim.
ÇILGIN İNANÇ
Bir insanın bu kadar azimli, hırslı ve etkileyici olması için kendisinin ve misyonunun kutsal ve tek seçenek olduğu yönündeki inancının yüzde yüz olması gerekir. Fetullah GÜLEN’in gerilimden her an patlayacak gibi görünen yüzünde ben bu inancı görüyorum.
İslâm’ın, Müslümanların, Türkiye’nin, dünyanın ve tüm insanlığın tüm dertlerinin TEK VE EN ETKİLİ merheminin sadece ve sadece kendisi ve sistemi olduğuna “çılgınlık” derecesinde inanıyor.
“Çılgınca İnanmak” deyimiyle meramımı tam anlatamadığımdan eminim. Bu nedenle “teşbihte hata olmaz” kuralına istinaden ne demek istediğimi bir örnekle anlatacağım:
AKIL OYUNLARI
Akıl Oyunları filmini izleyenler bilir…
1994 yılı Nobel ödüllü matematik ve iktisat Profesörü John Forbes NASH’in (1928–2015) hikâyesi ilginçtir. Nash kendi kurguladığı şizofrenik bir boyutta gerçek varlıkları olmayan insanlar görmekte, yine gerçekte var olmayan bir CIA görevlisinden ABD’yi Sovyetler Birliğinin (Rusya) patlatacağı bombadan kurtarmak görevi almaktadır. Profesörün iki yaşamı vardır. Birinci yaşamında her şeyiyle normaldir ancak ikinci yaşamı olan şizofrenik bilinç boyutu ona daha gerçek görünmekte ve kendisinin asıl görevinin ABD’yi kurtarmak olduğuna yüzde yüz inanmaktadır. Filmi izlemeyenlere izlemelerini tavsiye ederek noktayı koyuyorum.
DENETİMSİZ HAYAL
Fetullah GÜLEN’in ise tek bir boyutu var ve o boyuttaki tek hayali KÂİNAT İMAMI olarak alt İMAMLAR GRUBU ile hayalindeki Türkiye ve hayalindeki dünyayı denetimi altına almaktır. O bu hayaline HİZMET diyor ancak pratikte ise tam tersi, Fetullah GÜLEN hayalini denetleyerek ülkesine insanlığa hizmet vermekten ziyade HAYALİ ONU DENETİMİ ALTINA ALMIŞ görünüyor ve o sadece gerçeklerden kopmuş olan hayalinin hizmetçisi durumuna girmiş... ve maalesef bunun farkında değil.
ROBOTLAŞAN ŞAKİRTLER
Kendi hayallerine tutsak olmuş bir insan beyin gücünü muazzam derecede kullanır. Aynı hayallere tutsak olanları öyle bir etki alanına alır ki, onun karşısında öyle bir robotlaşırlar ki kendilerinden istenileni yapmaktan başka hiçbir programları çalışmaz hale gelir.
Dininin kesin emirlerini çiğnemekten, eşini ömür boyu bir kalkan olarak kullanmaktan, evlâtlarına uzak kalmaktan, malını mülkünü cemaatin bankasına bağışlamaktan, devletin sınav sorularını çalmaktan, himmet hırsızlığından, bir kaç yüz dolara dünyanın öteki ucunda çalışmaktan, ülke Başbakanı’na kumpas düzenleyip tutuklamaya kalkışmaktan vs. vb. çılgınlıklardan ve şizofrenik düşlerden kurtulamazlar ve bunun adına da İHLAS İLE HİZMET derler.
DAMDAN DÜŞENİN HÂLİ
Mâlumunuz, Hoca Nasrettin bir gün damdan düşmüş, ah vah edenlere, boşuna yormayın kendinizi benim acımı ancak benim gibi damdan düşmüş birisi anlayabilir demiş. (Bu paragrafı ileride bir yere bağlayacağız)
MAHALLE BAKKALI
Rahmetli babam 1970-1980 yıllarında mahalle bakkalcılığı yaptı. Ben de yedi yaşımdan on beş yaşıma kadar 7x12 saat ful bakkal bekledim. Çocukluğum ev, okul ve bakkal üçgeninde geçti.
Eskiden bakkallar mahallenin dert yuvasıydı, buluşma noktasıydı ve en önemlisi de SİYASET MEYDANI idi.
Babam koyu bir Demirelci, abim şizofren derecesinde Türkeşçi, dayım soyadını değiştirecek kadar komünist, sokak komşumuz tapınma derecesinde Ecevitçi ve bir başka komşumuz fanatik Erbakancı idi. Süleymancılar, Nurcular (Hüsrev Efendi’nin yazıcıları ve Yeni Asya okuyucuları, yeni yeni palazlanan Fetullahçılar), tarikatçılar (Kadiriler, Nakşîler) ve her renkten tipler bizim bakkalda en ateşli tartışmaları yaparlardı. Ben de can kulağıyla dinlerdim. Tartışmayla ilgili sorular sorardım, sorularım büyüklerin hoşuna gider ve bana izah ederlerdi.
MANYAKÇA BİR KORKU
Ergenlik sürecimde bakkalda tartışılan fikirlerin en uç ve en uçuklarını aldım ve yaşam amacım haline getirdim. Yirmi beş yaşıma kadar Ümmeti Muhammedin ve insanlığın perişanlığına çâre olamamanın derin ızdırabını yaşadım. Hesap kitap gününde Allah’ın huzuruna çıkmaktan ve Rasululah’ın yüzüne bakmaktan manyak derecede korkar halde yaşadım.
ŞEHİT OLMAK
Üniversite yıllarımda bir ara “gizli düşler dünyamda”, Afganistan’a gidip Rus küffarıyla cihad ederek şehit olmak ve böylece Allah’ın huzuruna alnı kara çıkmaktan ve Rasulullah’ın yüzüne bakamamak durumundan kolayca kurtulmayı dahi düşündüm.
BEN DE HAYALLERİMİN ESİRİYDİM
İşte böyle bir hâleti ruhiyye içinde iken
Fetullah GÜLEN’in
mutsuz ve gergin yüzünde,
isyanları oynayan sesinde,
dünyayı kurtarmaktan başka mesaj çıkmayan hitabetlerinde
ve başka bir boyuta kaymış bakışlarında
KENDİMİ GÖRDÜM.
Ve dedim ki “İşte benim gibi damdan düşmüş birisi”. Evet kafama göre bir mücadele alanı ve mücadele adamı bulmuştum...
KAYIŞ
Ülkem ve insanlık gayri İslâmi bir rejim içinde cehenneme doğru yuvarlanıyorken pısırık yöntemlerle Ümmete ve insanlığa çare olunamazdı. Gayri İslâmi rejim ve ideolojilere karşı GAYRI İSLAMİ MÜCADELENİN HER BOYUTU CÂİZ OLMALI İNANCINA tam kaymak üzereydim ki...-
SUFİZME YÖNELİŞ
Üniversite yıllarımın sonuna doğru Muhsin YAZICIOĞLU rüzgârıyla Miliyetçi Hareket içinde namazlarıma ve ehli sünnetin itikadi ölçülerine daha fazla dikkat etmeye ve siyasi meşruiyet çizgisine çekilmeye başladım. Bir dostum “Bunca yıl alplik yaptık şimdi sırada ALPERENLİK var. Alperenliğin ilk şartı da HÂCE AHMET YESEVÎ gibi bir EREN’e intisaptır” ayaklarıyla beni tavlayıp bir dergâha götürdü.
KARIŞIKTIM İYİCE KARIŞTIM
Türklük, Müslümanlık, mücahitlik, şehitlik, ahirette hesap takıntısı, şeriat, ilim, hikmet derken bu sefer de sufiliğin “neş’e ve muhabbeti” ile tanıştım. Ancak benim gibi damdan düşen ve benim gibi hayallerinin tutsağı Fetullah GÜLEN’in gayri nizami ve yer yer gayri İslâmi mücadelesinin çekiciliğini de bırakmak istemiyordum. Fakat ehlisünnet itikadının ölçüsü daha kuvvetli bastı ve cemaatin kıyısında köşesinde dolaşmakla yetindim. İçine ve özüne girmedim.
HAYAL DÜNYASINDAN GERÇEĞE DOĞUŞ
Üniversite bitti... Evlendim ve ilk bebeğimi kucağıma aldığım an beni yedi yaşımdan beri tutsak almış olan “İSLAM ÜMMETİNİ VE İNSANLIĞI KURTARMAK” takıntım ve çılgın hayalim çatır çatır çökmeye başladı ve ikinci bebeğimde tamamen çöktü. Ben de çocuklarımla birlikte gerçekler dünyasına doğmuş oldum.
EMR OLUNDUĞUN GİBİ DOSDOĞRU OL
Rasulullah (S.A.V.) hayallerinin tutsağı değildi. Tüm ömrü gerçekler dünyasında aklı ve imanı ile kulluk etmekle ve bâtılla Kur’an ölçüsü içinde mücadeleyle geçti. Buna rağmen ömrünün sonuna doğru Hak O’nu dahi “EMR OLUNDUĞUN GİBİ DOSDOĞRU OL” ayetiyle uyardı.
İşte tek ölçü budur.
Gerisi
YEL DEĞİRMENLERİNE SALDIRMAK KAHRAMANLIĞINDAN başka bir şey değildir.
MECZUB İSE
Fetullah GÜLEN;
Hayalleri uğruna aklını askıya aldıysa, hayallerinin esaretinde kendi "sanal küçük dünyası”nda gerçeklerden kopuk yaşıyorsa...
Denetimsiz zihninden yansıttığı sanal ve hayal görüntülere Peygamber ile hakikatte keşfen görüşmek diyorsa...
Kâinata imamlık yapacağım derken... Vahşi kapitalizmin, Siyonizmin, Vatikan’ın, paradan başka mâbud tanımayan BİRADERLERİN ve silahlı terör örgütlerinin CEMAAT’i (kuklası) haline geldiyse...
Ve bu gerçeği fark edemeyecek kadar, bir ihtimal, MECZUB İSE...
Ki zâhir bir yönüyle böyle tecellî ediyor...
BU DURUMDA
Bizans’ın fethinde, aklı başında olmayan, sur içinde meskûn, ellerini açıp “gâvurcuklarımı koru” diye dua eden meczub CİBALİ BABA gibi Fetullah GÜLEN de belki fiillerinden Allah indinde mes’ul değildir, belki kurtulmuştur fakat ülkem, âlem-i İslâm ve aklı başında kişiler ve insanlık için kurtarıcı olamaz.
HER NE İSE
Fetullah GÜLEN;
kimine göre Kâinat İmamı,
kimine göre onun bunun ajanı,
kimine göre meczub,
kimine göre hain,
kimine göre kahraman...
Hakikat nedir ne değildir bilmiyorum.
Gerçekte ne olduğunu ve ne olmadığını merak da etmiyorum.
Her ne ise ve her ne olursa olsun;
“Ayinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz” ölçütü gereği icraatına bakıyorum.
İcraatının geçmişi de şimdisi de HAK ve HUKUK’a uymuyor...
Geleceğini de Allah’a havale etmekten başka sözüm yok.
Selam ve saygılarımla
Kemal Gökdoğan
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir."
**********************************************************************
Dini öğrenmek, yaşamak ve dinine hizmet etmek için bu cemaatin içinde bulunan samimi dindar arkadaşlarımızın gerçekleri bir an önce görmesi dileğiyle.
Adnan Tanrıverdi
ASSAM Ynt. Krl. ve
ASDER Onursal Bşk.
Türkiye silahlı olmasa da bir kardeş kavgası ile karşı karşıya bıraktırılarak yeniden etkisiz eleman konumuna getirilmeye çalışılmaktadır.
Tek başına lider ülke değil, kontrol edilebilir bir yandaş olarak bulunması Batının çıkarlarına daha uygundur.
1879 yılında İstanbul'da dünyaya gelen Prens Sabahattin'in babası, Osmanlı Adliye nazırlarından Mahmut Paşa, annesi Sultan Abdülhamit'in kız kardeşi Seniha Sultan'dır.
Babasının konağında özel eğitim gören Sabahattin; iyi bir eğitim alarak, Arapça, Farsça ve Fransızcayı küçük yaşlarda öğrenmiştir. Babasının birtakım sıkıntılar neticesiyle Paris'e kaçması, Sabahattin ve görüşleri açısından önemli bir dönüm noktası olmuştur. Burada İlmi İçtimai (Toplum Bilimi) okulunun ileri gelenlerinden Edmond Demolins ile tanışmış ve toplum-siyaset hakkındaki görüşleri, bu okulda öğrendiği ilkeler doğrultusunda şekillenmiştir.
1902'de Paris'te Birinci Jön Türk Kongresi'ni toplayan Prens Sabahattin bu Kongrede, "Osmanlı Devleti'ne yabancı müdahalede bulunmaya ihtiyaç vardır" diyen grubun liderliğini yapmıştır. Jön Türklerin II. Abdülhamit'e karşı izlenecek yol konusunda anlaşamamaları neticesinde bölünen hareketteki önemli bir figür konumuna gelen Prens Sabahattin, Paris'te Teşebbüs-ü Şahsî ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti'ni kurmuş, arkasından da cemiyetin yayın organı olan Terakki Dergisi'ni yayınlamaya başlayarak görüşlerini kitlelere ifade etme imkanı bulmuştur.
1908 yılında ilan edilen II. Meşrutiyet'le birlikte doğan görece özgürlük ortamında İstanbul'a dönen Prens, Abdülhamit'i devirmekle hürriyet ve bireysel serbestliğin gerçekleştirilemeyeceğini savunarak, İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne muhalefet etmek amacıyla Ahrar Fırkası'nı kurmuştur. Siyasal tarihimizde "31 Mart Vakası" olarak bilinen olayların tertipleyicisi olarak değerlendirildiğinden baskılara maruz kalmış ve ülkeyi terk etmiştir. Belirli aralıklarla ülkesine gelse de son olarak, çıkarılan Hilafet Kanunu neticesinde, 1924'te yurt dışına çıkmak durumunda kalmıştır. Prens Sabahattin, 1948 yılında İsviçre'de hayatını kaybetmiştir.
Koçi Bey’in hayatı hakkında kesin ve açık bir bilgi bulunmamaktadır. Koçi Bey aslen Arnavut olup Rumeli Görice’den devşirme yoluyla İstanbul’a getirildiği ve Osmanlı Sarayına girdiği bilinmektedir. Koçi Bey’in Görice’li olduğu kesin olarak bilinmemekte, ancak karısının ve oğlu Sefer Şah’ın mezarlarının Görice’de Mirahur İlyas Bey camiinde, kendisinin mezarının ise Görice’ye bağlı Plamet köyünde olması, Koçi Bey’in Göriceli olduğu düşüncesini kuvvetlendirmektedir. Çeşitli kaynaklarda Koçi beyin asıl isminin Mustafa olduğu, Koçi adının onun lakabı olduğu belirtilmektedir. Koçi adı değişik kaynaklarda Koçi, Koca, Kuçi şekillerindedir. Arnavutça’da “koç” kelimesi kırmızı anlamına gelmektedir. Mustafa Bey’e yüzünün kırmızılığından dolayı Koçi lakabının verilmesi büyük ihtimaldir. Devşirme tarihi ve saraya giriş tarihi ile ilgili kesin bir kayıt yoktur. Ancak, padişah Birinci Ahmet devrinden, IV. Murat devrine kadar Enderun’da çeşitli hizmetlerde bulunduğu bilinmektedir. Özellikle IV. Murat döneminde Has Oda’ya alınmış ve Padişah’ın güvenini kazanarak onun sırdaşı olmuştur. Koçi Bey Padişah IV. Murat’ın muhasibi olarak Bağdat seferine katılmıştır. Sultan Murat’ın ölümünden sonra yerine geçen Sultan İbrahim’in de muhasibi ve sırdaşı olmuştur. Koçi bey Sultan İbrahim’in son günlerinde veya Dördüncü Mehmet’in ilk yıllarında emekliye ayrılmış ve Görice’ye yerleşmiştir.
Bu çalışmada Gönüllülük ve Afet Yönetimi konusu ele alınmış, Türkiye'de oluşan gönüllülük algısı, gönüllülük işlevinin yerine getirilmesinde yaşanan sorunlar ve çözüm önerileri ile Sivil Toplum Kuruluşlarının kavramsal ve afet yönetimine olan katkıları araştırılmıştır. Konunun daha iyi anlaşılması için derinlemesine mülakat yöntemiyle bu alanda faaliyet gösteren STK ve ilgili Kamu Kurumlarının yaklaşımları dikkate alınmıştır. Ortaya çıkan sonuçlar; Türkiye'de gönüllülük konusunda yeterince oluşmuş bir algının henüz oluşmadığı ve bu işlevden yararlanılamadığı vurgulanmış, bu durumun nedenleri ortaya konulmuştur. Bu bağlamda eğitim eksikliğinden gönüllü kuruluşların akreditasyon sorunlarına, uygulamadaki diğer yasal sorunlardan, devletin gönüllülüğü desteklemede yeterli çabayı yeterince gösteremediğine kadar birçok konuda tespitler yapılmıştır. Türkiye'de afet yönetimi alanında gönüllülüğün daha aktif ve sonuç odaklı kullanılması için ortaya çıkan aksaklıkların çözümü konusunda çeşitli öneriler sunulmuştur. Bu öneriler ayrıntılı olarak bu çalışmada yer almaktadır.