الإثنين, 06 آذار/مارس 2023 15:00

28 Şubat Bildirisi

كتبه
قيم الموضوع
(1 تصويت)

TÜRKİYE‘DE DARBELER

Darbeci zihniyet her darbe öncesinde oluş(turul)an “DURUMDAN-VAZİFE ÇIKARARAK” yönetime el koymuştur. Gerekçe değişse de sonuç hiç değişmemiş; darbeler emperyalistlerin ülkeye arzu ettiği istikamette yön vermesinden başka bir amaca hizmet etmemiştir.

27 MAYIS’TA

Durum: Baskı rejimi ve irtica

Vazife: Kardeş kavgasına son vermek, irtica ile mücadele 

İcra: Milli Birlik Komitesi

 

12 EYLÜL’DE

Durum: Anarşi ve Terör

Vazife: Huzur ve güvenliğin tesisi

İcra: TSK Hiyerarşik Komuta Kademesi eliyle Darbe

 

28 ŞUBAT’TA

Durum: İrtica 

Vazife: İrtica ile mücadele

İcra: Post Modern (Modern Ötesi) Darbe

Medya provokasyonları hız kesmedi. Yargıya ve diğer bazı devlet kurumlarına “darbeci misyon” verildi. Darbenin ana omurgasını teşkil eden TSK’dan ve diğer devlet kurumlarından dindar personel tehdit olarak görüldüğü için ihraç süreci başlatıldı.

 

15 TEMMUZ

Durum: Yolsuzluk

Vazife: İşgal

İcra: TSK’ya sızmış FETÖ’nün milletin silahını millete karşı kullanarak ülkeyi müstevlilere teslim etmek istedi.

 

DARBECİ ZİHNİYETİN ÖZELLİKLERİ

Kökleri dışarıdadır. Üst aklın emrinde bir alt akıl ve yerel unsur olmayı temsil eder, ana gayesi; üst aklın inşa ettiği dünya nizamına sadık kalıp ülkeyi batının hammadde yatağı ve pazar ülkesi yapmaktır. İşbirlikçi veya yarı işbirlikçi yapının devamını tesis ve temin görevini yerine getirirler. Küresel ve yerli statükonun ortak tehdit algısı İSLAM ve onun şahsında özelleştiren kişi kurum ve kuruluşlardır.

Küresel hegemonya, İslam’ın karşısına yine kendisinin kurguladığı dünya ölçeğinde bir terör ve kaos oluşturma aparatları eliyle, kendilerinin arzuladığı gibi bir İslam’ı (!) çıkartma çabasındadır. Bu maksatla, hedef aldıkları ülkelerde darbeleri yapacak vekiller teşkil etmektedirler. FETÖ-DEAŞ-EL KAİDE- BOKOHARAM gibi terör örgütleri bunun en bariz örnekleridir. PYD & DEAŞ ikilisi ile, Kuzey Suriye ve Kuzey Irak’ta, ülkemizin güneyinde, Tavşana Kaç – Tazıya Tut! oyununu sergileyerek, milyonlarca insanın kanına girmişler, göçe zorlayarak (ortaklarımız dedikleri) terör örgütleri eliyle, topraklara el koymuşlardır. Uluslararası sistem İslam’dan korkmaktadır. İslam’a karşı yerel ve küresel tedbirler almaktadır. Yerelde İslam’ı irtica ve terörle ilişkilendirip, küreselde medeniyetler çatışmasının bir aktörü yapılmak istenmektedir.

 

28 ŞUBAT POST MODERN (MODERN ÖTESİ) DARBESİ

Statüko açısından kırılma noktasını oluşturmaktadır. Bundan önceki darbelerde yöntem olarak, toplumu etki altına almak suretiyle gri propaganda ile yönlendirerek ve kandırarak darbenin gerekçesi masumlaştırılmıştır. 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 darbelerinde, millet etki altında kaldığı için darbeleri memleketin yararına görüyordu. Ordu ile darbeciler arasındaki ayırımı yapamıyordu. 28 Şubat’a gelene kadar, ordunun içinde bir kesimin din karşıtı olduğu fikri halkın dimağında karşılık bulmuyordu.

Fakat 28 Şubat’ta her kesimden dindar kıyımı ve toplumun bütün katmanlarını etkilemiş olması, bu kanaatin yerleşmesine neden oldu. Bu kanaatin yerleşmesinde 28 Şubat mağduru askeri personelin büyük emeği ve katkısı vardır. Bu vatanperverler toplumla bütünleşerek darbeci zihniyetin anlaşılmasına büyük katkıda bulunmuşlardır. 28 Şubat sonrasındaki irili ufaklı darbeler ile, en son 15 Temmuz 2016 kanlı darbe girişimine karşı sivil direniş, güvenlik kurumları personelinin ekseriyetinin, milli birlik ve bütünlük için darbeye karşı mücadelede gösterdiği üstün cesaret ve sunduğu danışmanlık etkisi çok büyüktür. Artık darbeciler, tek taraflı kamuoyu oluşturma ve etki altına alıp yönlendirme imkanlarını kaybetmiş bulunmaktaydı.

Peki darbeci zihniyeti ne doğurdu?

Darbecilik, 1900’lü yıllarda batı merkezli pozitivizmin ürettiği emperyalist bir fikri sapmadır. Bu fikri sapma; dini değerleri çağdaşlık/irtica, ilericilik/gericilik, etnik kimlikleri bölücülük/bütünlük gibi ikilemler ekseninde gruplandırarak, yeniden tanımlayıp milleti ve manevi değerlerini düşman kamplarına ayırmıştır.

Örneğin Kürtler Türklerin, Aleviler Sünnilerin, Sünniler ateistlerin baş düşmanı oldukları söylemidir. Yaşadığımız kısmen de olsa, devam eden bütün gerilimler, bu zihniyetin eseridir.

Bir ülkenin toplumsal barışı, kalkınması, milli savunma disiplini, o ülkedeki dayanışma kültüründen beslenir. Devletin de ordunun da gücü halktaki bu dayanışmadan gelir. Dayanışma kültürü kendiliğinden ortaya çıkmaz. Her toplumunki kendine özgü bir karaktere sahiptir.

Dayanışma ruhu ideolojik değil; milli, dini ve sosyokültürel temele dayanır. Devleti herkesin devleti yapacak, herkesin evrensel hak ve hukukunun garanti edildiği, milletin inanç ve değerleri ile barışık bir devlet nizamı inşa edilmelidir. O yıllarda Devlet kavramı, sadece “jakoben - seküler zihniyete sahip olan kesimlerin devleti” imajı çok baskındı. Halk arasında böyle ayrışmalar yoktur. Yaşadığımız gerilimlerin kaynağında devlete, cumhuriyete, milli ve manevi değerlerimize savaş ilan etmiş bu zihniyet bulunmaktadır.

Bir modernleşme ve çağdaşlaşma projesi olan batılılaşmanın, milletimizin değerlerini küçümseme ve onunla mücadele etme üzerine kurgulanmış olması, nedeniyle ulusalcı bir boyut kazanmasına neden olmuş oda karşıt ulusalcı ideolojilerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu yıkıcı ideolojik kutuplaşma ve kadrolaşma, Türk ve Kürt Ulusalcılığı olarak ülkemizin birlik ve beraberliğine, iç barışına ciddi ölçüde zarar vermiştir.

Türkiye’de laikliği, batıdaki gibi HAKEM bir rol üstlenmek yerine jakoben, dayatmacı bir din politikası olarak uygulanmıştır. Bu uygulamada gelinen noktada; Ulusalcılık ve muhafazakarlık gibi birbirleriyle çatışan ve ayrışan ideolojik yapılar inşa etmiştir.

Ulusalcılık bir ideoloji olarak iki kola ayrılmıştır: Türk ulusalcılığı, Kürt ulusalcılığı. İkisinin de ortak yönleri; batıcı, modernist, ötekileştirici, üst kimlik değerlerini tehdit olarak görmektir. Türk ulusalcılığı kendi ürettiği Kürt ulusalcılığını tehdit olarak görüyor. Bu tehdit unsurlarını ise gericilik ve bölücülük olarak tasnif ediyor. 28 Şubat zorbalarının, dindarlar üzerindeki baskısı ile, PKK’nın doğu ve güneydoğuda Kürt halkına uyguladığı baskılar aynı karaktere sahiptir ve birbirinden beslenmektedir.

2007 genel seçimleri ile cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası hazırlanan Balyoz planı uygulama toplantısında aynen şu ifadelere yer verilmekteydi; “…klasik EMASYA anlayışından çıkılacak, fakat bunun anlamı halka gereksiz kuvvet kullanma değil; halkı kendi etrafımızda toparlayarak sivil toplum kuruluşlarını, üniversiteleri TSK ile bütünleştirerek bunun üstesinden gelmek zorundayız.”

Fakat halk, seçilmiş meşru hükümeti teşkil eden siyasi otoritenin yanında yer alırsa bu şu demektir: “Bunlar bu ülkeyi bölüp parçalayacaklar ve ülkeyi başka bir rejimin içerisine taşıyacaklardır. Böyle kararlı olan halka karşı da acımasızca hareket etmek bizim görevimizdir.” şeklinde bir söylem ile darbeyi haklı göstermek istediler.


SONUÇ OLARAK;

Emperyal devletlerin “Çanakkale Savaşı” bitmediği yönündeki siyasetleri ile; Milletimize yeniden pranga vurulmak isteniyor. Türk Milletine tatbik etmeyi arzu ettikleri esaret şartları, darbelerle devam ettirilmek isteniyor.

Artık, milli ve manevi değerlerimizle barışma zamanı gelmiştir.

İslam’ı ebedi düşman olarak gören resmî ideoloji paranoyasından kurtulmamız gerek.

Öte yandan uzun yıllar NATO’nun oluşturduğu sanal dış güvenlik algısı ile, sadece iç güvenliğe odaklanma dönemi de sona ermiştir. Sınırımıza dayanan askeri müdahale hazırlıklarının ve içerde kaos çıkartma çabalarının amacı, tıpkı yüzyıl önce olduğu gibi, bizim ve yakın coğrafyamızdaki kardeşlerimizin yaşadığı bu kadim toprakları yeniden istedikleri gibi şekillendirmektir.

Ülkenin toprak bütünlüğünün hedef alındığını gösteren haritalar, dış güçlerin bu haritalarının sahada da karşılık bulması için uygulanan açık ve örtülü operasyonlar, devletimize dayatılmak istenen emperyal siyaset, her şeyi apaçık ortaya koymaktadır.

Darbeci yapılanmalar, bölgesel iş birliğinin önündeki en büyük engeldir.

İç ve dış dinamikler, milli ve manevi değerler üzerinden, milli güç unsurları temelinde yeniden inşa edilmelidir.

Küresel güç odakları ile iş birliği, onların amaçlarına hizmet etmekten başka bir işe yaramamaktadır.

Darbeyi tetikleyen sebeplerin tümü ortadan kaldırılmalı, darbeye hizmet eden bütün unsurlardan hesap sorulmalıdır. Hülasa; 27 Mayıs’ın hesabı sorulabilseydi, 12 Mart Muhtırası, 12 Mart’tın hesabı sorulabilseydi, 12 Eylül Darbesi; 12 Eylül’den hesap sorulabilseydi, 28 Şubat ve devamındaki artçı darbe planları, 27 Nisan 2007 E-Muhtırası gerçekleşmezdi. Nihayet, 15 Temmuz işgal girişimine kadar gelinmezdi.

Bugün sembolik birkaç general ve ismi darbeden dolayı mahkûm etmiş olmak, 28 Şubat Darbesinin hesabının tam olarak sorulmuş olduğu anlamına gelmiyor. TSK’yı Darbeye teşvik eden, perde gerisinde kalan Medya, Üniversite, Sendika, bazı Dernek yönetimleri gibi, darbecilerin tümünden hesap sorulmalıdır. Yani, fiilen açık ve örtülü olarak sahada olan 28 Şubat yargısından, medyadan, faiz ekonomisinin tetikçilerinden istenen ölçüde hesap sorulamamıştır. Mağduriyetler belli ölçüde kısmen giderilmiş olsa da hak, hukuk, adalet tam olarak tesis edilememiştir. Sorulması gereken bütün hesaplar sorulmadıkça; giderilmesi gereken bütün mağduriyetler ortadan kaldırılmadıkça, darbeler bitmiş sayılamaz.

Kamuoyuna Saygılarımızla sunarız.

 

ASSAM Yönetim Kurulu

قراءة 167 مرات آخر تعديل على الإثنين, 06 آذار/مارس 2023 15:01
الدخول للتعليق