Devleti Aliye-i Osmaniye, 622 yıl hüküm sürmüş, üç kıtada adalet ve şefkat medeniyetini tesis etmiş, Alem-i İslam’ın gurur duyduğu harikulade bir devletimizdir. Yükseliş döneminin ilk on hakanı devirlerinin emsalsiz dehaları olup, i'la-yı kelimetullah için ordularının başında bizzat cehdeden, bu uğurda şehit yada gazi olmuş dillere destan, dünyanın hayran kaldığı, cengaver, mübarek ve muhteşem insanlardır.
Kuruluş ve yükseliş dönemlerinde ‘hasta batı’ “Dikkat! Osmanlı’dan Hizaya Gel!” komutuna uyarken, 2nci Viyana Kuşatmasıyla bu durum tersine dönmüştür. İlk defa gaza yerini bizimkilerde ganimet hırsına terk etmiş, eman dilese de (Avusturya) saldırı ve muhasarada ısrar edilmiş, daha birçok sebep bir araya gelince mağlubiyet kaçınılmaz olmuştur. Arkasından imzalanan Pasarofça (1715-1718) Anlaşması ile ‘hasta batı’ karşısında yeni bir dönem başlamış oldu.Bu anlaşma ile Doğu Avrupa’da önemli toprak kayıplarımız gerçekleşti; kuzey Sırbistan, Banat, Belgrad, Eflak yani bugünkü güney Romanya toprakları Avusturya’ya, Dalmaçya ve Arnavutluk kıyıları ise Venedik’e terk edilmiştir.
Bu dönemle birlikte, batı karşısında sadece askeri ve siyasi cihetten gerilemedik, psikolojik ve sosyolojik üstünlüğümüzü de kaybetmeye başladık. İki mağlubiyet anlaşması (Karlofça, Pasarofça) “Batı’ya neden yeniliyoruz?” sorusunun cevabını aramamıza neden oldu. Bu durumu yerinde tetkik etmek üzere gönderilen devlet ricali Fransa’da ordunun silah ve tekniği ile birlikte, sarayın bahçesindeki laleler ile sarayda icra edilen dansları kopyalayıp memlekete getirince “Lale Devri” başlamış oldu. 1730’da Patrona Halil İsyanı çıktı ve “Lale Devri’ sona erdirildi... İdamlar sonrasında da 1. Mahmud tahta çıkarıldı.
Batı karşısındaki mağlubiyetler serisi devletimizi tam bir arayışa itti. 1731’de hazırlanan raporla birlikte Nizam-ı Cedid ilan edildi. Orduda ve marifte ciddi değişikliklere gidildi. Orduda; Yeniçerilik yerine Fransız usulü talim. Maarifte ise; medresenin yerine yavaş yavaş Amerikan, Fransız, Alman Kolejleri yer almaya başladı. Bu okullarda, iki zümreye; hanedan ve ulemaya karşı düşmanlık aşılandı. Osmanlı münevveri ‘hasta batı’ hayranı olarak yetiştirildi. Osmanlı münevverleri, işbirlikçiler, kriptolar hep bir ağızdan ‘Hürriyet, Müsavat, Terakki’ demeye başladı. Tıpkı dün ve bugün ki gibi.
Bütün bunlarla birlikte 1738 ‘de Rothchild’lerden ilk borcumuzu almış olduk.
Sonrası hep taklit hep gerileme Tanzimat, Meşrutiyet, Cumhuriyet dönemleri batının yakaladığı teknik gelişimden ziyade aziz ve asil bir milletin başkalarını takliden köklerinden kopuşunu getirmiştir.
Temel sosyolojik kaide şudur. ”Başkalarının değerleri ile âleme kral olunmaz, ancak kralların soytarısı olunur.“ (Yusuf Kaplan)
Diğer önemli bir dönüm noktası ise; 1815 Viyana Kongresi’dir. Yıllarca (40 -100 yıl ) savaşları ile kendi aralarında didişen ‘hasta batı’, ilk defa sorunları savaşarak değil masada anlaşarak çözmeye karar vermişti. Viyana Kongresi'ne katılan Büyük Britanya, Avusturya, Rusya ve Prusya'nın Avrupa'da ki statükoyu korumak için kurdukları sisteme “Metternich Sistemi’ denir. Bu sisteme adını veren Avusturya Başbakanı Metternich, statükonun, gerekirse silah gücüyle korunmasını savunuyordu.
O dönemde Avrupa’da egemen olan “Metternich Politikası” nerede çıkarsa çıksın liberalizm ve milliyetçilik kaynaklı isyanların bastırılması için tıpkı bugün NATO’da olduğu gibi tüm Avrupa devletlerinin işbirliğini öngörüyordu. Buna göre, Avusturya, Rusya, İngiltere ve Fransa “Yasallık İlkesi” gereği, kendi sınırları içerisinde yasal otorite olan Osmanlı yönetiminin yanında yer almalıydı. Lakin ikiyüzlü ‘hasta batı’ bunu uygulamadı. 1821 Mora isyanında isyan Osmanlı kuvvetleri tarafından bastırılsa da başta Rusya olmak üzere İngiltere ve Fransa Yunan’ı destekleyerek Mora’nın elimizden çıkmasını sağladı. Balkanlardaki etnik ayaklanmalar teşvik edilerek ateş cenderesine sokuldu. Hatta Rus Çarı I. Nikolay, Rusya’nın Osmanlı İmparatorluğu’ndaki emellerini bir an evvel gerçekleştirerek sıcak denizlere ulaşmak istiyordu.
Bütün bu tezgahın arkasında ise Yahudi Nazizmi, Siyasal Siyonizm yer almakta idi… ABD’li bir Yahudi olan Albert Pike 33 dereceden bir masondur. “Dogmalar ve Ahlak” adlı kitabında savundukları ile ABD masonluğunun Eflatun’u olarak görülür. Albert Pike, 1871 yılında İtalyan cumhuriyetini ayaklandıran Mazzini’ye bir mektup yazar. “Üç tane dünya savaşı öneriyoruz, bunlardan bir tanesinde monarşinin hepsi yok olacak (Osmanlı, Rus çarlığı, Doğu Avrupa’daki monarşik yapılar yok oldu), bu kavganın sonucunda İkinci Dünya Savaşını yapacağız, bu dünya savaşında oluşturmuş olduğumuz iki yapının (NATO ve Varşova) kavgası sonucunda İsrail devletini kuracağız.” der. “Üçüncü dünya savaşında tüm dinleri birbirine karıştırıp, üçüncü dünya savaşıyla dinlerden kurtulup yeni bir din ve ahlak (bana göre bu Deizm’dir.) oluşturacağız.” der.
Eğer Albert Pike'ın dedikleri doğruysa ve iki tanesi gerçekleştiğine göre üçüncüsüyle ilgili bir yapının oluşabilmesi için tarafların oluşması gerekiyor. Bu plana göre milletimizin yeri ve etkisi ne olacak yeterince düşünüyor muyuz acaba?
Albert Pike ve siyasal siyonizmin babası Theodor Herzl ve onların arkasındaki güçlerin çabaları sonucunda 1'nci Dünya savaşının en büyük engeli olan Abdulhamid Han düşmanlığı sağlandı. Tıpkı bugünkü Recep Tayyip ERDOĞAN düşmanlığı gibi, herkes Abdulhamid düşmanı oldu. Dindarı, dinsizi, liberali, vatanperveri herkes. Tahttan indirilip ülke savaşa sokuldu. Her cephede geriledik. Afrika, Bilad-ı Şam, Arabistan, Balkanlar. 5,5 milyon km2 vatan toprağı paramparça edildi.1915 yıllına gelindiğinde devletimizin ve milletimizin boynuna Çanakkale’de idam ipi geçirilmişti. İçerideki ahmaklar her cihetten ülkeyi sattılar. Bu bakımdan 1915 yılı, Osmanlı’nın tasfiyesi için son darbenin indirildiği dönemin başıdır.
Devam edecek…
https://www.milatgazetesi.com/yazarlar/nato-gittikce-metterniche-mi-benziyor-1-2547/