Son beş ayda, dünya, İsrail tarafından Gazze'deki Müslüman Filistinlilere yönelik eşi benzeri görülmemiş kan dökme, kırım, soykırım ve etnik temizliklere tanık oldu. Siyonistlerin, son bir yüzyıldır Filistinlilere karşı devam ettirdiği en kötü apartheid ve korkunç savaş suçları, Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa ülkeleri tarafından utanmazca desteklenip göz yumulmuş olsa da, Siyonist İsrail'in suçlu liderliği tarafından gerçekleştirilen son şiddet dalgasının, insanlık tarihinde bir benzeri yoktur. Gazze'deki Filistinlilerin karşılaştığı krizlerin ve felaketlerin yoğunluğu, sadece Levant'taki Müslümanlara karşı başlatılan Hristiyan haçlı seferleriyle karşılaştırılabilir.
Birleşmiş Milletler (BM), ABD ve Birleşik Krallık tarafından tamamen zayıflatıldı, marjinalleştirildi ve gereksiz mi ilan edildi? En azından uluslararası barış ve güvenliği sağlama konusundaki birincil rolü bağlamında. Reform yapmama başarısızlığı nedeniyle, BM Güvenlik Konseyi (BMGK), özellikle İsrail – Filistin çatışmasında, ABD vetosunun tam esiri olmuştur. ABD ve İsrail, uluslararası toplumun ve dünyanın geri kalanının görüşlerini görmezden gelmeye, karşı çıkmaya ve hiçe saymaya karar vermiştir.
Amerika Birleşik Devletleri, Gazze'de derhal ateşkes için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararını bir kez daha veto etti. ABD, İsrail'in son dört aydır işlediği soykırım ve savaş suçlarının devam etmesini mi istiyor? ABD, taslak metne karşı oy veren tek ülke olurken, Birleşik Krallık çekimser kaldı. BMGK'nın diğer on üç üyesi, İsrail'in saldırganlığının derhal sona ermesini talep eden kararı kabul etti. Bu, ABD'nin insani gerekçelerle derhal ateşkes talebine üçüncü kez karşı çıkmasıdır. ABD hâlâ küresel insan hakları savunucusu olduğunu iddia ediyor.
Suriye'deki durum çok hızlı bir şekilde değişerek, Beşar Esad'ın hükümetinin karttan bir ev gibi çökmesine ve ordusunun kumdan bir kale gibi erimesine yol açtı. Alaviler'in Suriye'deki iktidarı ani bir şekilde sona erdi ve birçok kişiyi şaşırtan bir çöküş yaşandı. Geriye dönüp bakıldığında, birçok analist bunun kaçınılmaz olduğunu düşünüyor. Suriye'deki çatışma, özellikle 2011'deki Arap Baharı'ndan itibaren yıllarca kaynamakta olan bir durumdu.
Hedefleri, fikirleri ve motivasyonları farklı 10 insan bile bir araya gelip ortak bir kararda anlaşamazken bu kadar farklı düşünen, sayılarını bilemediğimiz kadar çok gruplu Suriye’li muhaliflerin bir araya gelmesi nasıl mümkün olabildi?
Bunu ancak Suriye coğrafyasına, oradaki aşiretlere, bölgenin sosyolojisine hakim, grupların ortak hedef ve motivasyonunu iyi bilen bir devlet aklı başarabilir. Bölgedeki Türkiye hariç tüm ülkelerin Suriye’deki istikrarsızlıktan nemalandığını, zayıf bir Esed’ın varlığından paylandığını bildiğimize göre bu devlet aklı Türkiye’den başkası olamaz çıkarımını yapabiliriz.
Rum liderlerden Glafkos Klerides, 1993 seçimlerinde Başkan adayı olurken yaptığı seçim konuşmalarında, “AB’ye tam üyelik için başvuru yaptık. Tam üyeliğe kabul edilince AB’yi arkamıza alıp Türkiye’yi ve Kıbrıs Türklerini adadan atacağız, Kıbrıs’ın tek sahibi ve egemeni olacağız” diyordu.
Kendilerine göre güzel bir hayaldi.
Bu inançla yıllarca AB’nin arkasında koştular.
Amerika Birleşik Devletler hükümeti 2024 yılının başlarında uzun süren müzakerelerin ve tartışmaların ardından ABD'nin NATO müttefiki Türkiye ile 40 adet yeni F-16 Fighting Falcon çok amaçlı savaş uçağının satışını ve Türk hava Kuvvetlerinin mevcut F-16 filosu için 79 adet modernizasyon kitinin satışını binbir naz ile onaylamıştı.
Türkiye Cumhuriyeti Savunma Bakanlığı geçtiğimiz hafta içinde ABD’den mevcut F-16 filosu için 79 adet modernizasyon kiti alma kararını değiştirdi ve TUSAŞ’ın yeteneklerine güvenerek satın almaktan vazgeçtiğini açıkladı.
ABD Başkanı Biden’ın giderayak GKRY lideri Nikos Hristodulidis’i Beyaz Saray’ın Oval Ofis’inde kabul edip sohbet etmesi, uyutulacak bebekler gibi pışpışlaması, Kıbrıs Rum tarafının boylarından büyük hayaller görmelerine neden oldu. Belli ki Rumların gördüğü hayallerin senaryosunu yazan senarist kafayı iyice bulmuş olmalı ki olmayacak hikayelerle Rum halkının mutlu rüyalar görmelerini sağlıyor. Gerçekleri ters yüz edip doğruymuş gibi halka sunarak kandırmak ve mutlu olmalarını sağlamak da bir yetenek, bırakınız yapsınlar, bırakınız inansınlar…
Türkiye’nin yükseliş sürecine girerek Balkanlar, Kuzey Doğu Afrika, Orta Doğu, Kafkaslar ve Türk Devletleri sınırları içinde bölgesel güç ve lider devlet konumuna yükselmesi, bölgedeki dengelerin temelinden değişmesi sürecini başlattı. Fark edildiği üzere bölgesel güç dengeleri keskin bir değişim sürecine girdi.
Yirminci yüzyılın ikinci yarısında Kıbrıs konusunda Batı dünyası kayıtsız koşulsuz Rumları desteklediği için Rum Yönetimi kendini adanın tek ve mutlak sahibi zannediyordu. Adeta astıkları astık, kestikleri kestik mantığı ile hareket ediyorlar, Türklere istedikleri her şeyi kabul ettirebilecekleri inancı ve hayali ile yaşıyorlardı.
Avrupa Birliği'nin kuruluş ilkeleri, AB Antlaşması'nın 2. maddesinde yer alıyor.
Bu madde, "Avrupa Birliği, insan onuru, özgürlük, demokrasi, eşitlik, hukukun üstünlüğü ve azınlıklara mensup kişilerin hakları da dahil olmak üzere insan haklarına saygı ilkeleri üzerine kurulmuştur.” demekte.
Demesine demekte ama 2. Maddede belirtilen insanın “hangi milletten” olması gerektiği, “eşitlik ve hukukun” hangi ülkenin anayasasında yer alan eşitlik ve hukuk düzeni olması gerektiği, “insan haklarına saygı”nın hangi ülkedeki insan hakları olduğundan bahsetmemekte.
Bu nedenle de Avrupa Birliği, aynen “İstanbul Kilisesi'nin, eşitler arasında en eşit kilise olması nedeni ile Patrikhane olduğu” iddiası ve düşüncesi gibi eşitler arasındaki en eşit olan insanların Hristiyanlar ve Yahudiler oldukları iddiası ve düşüncesi ile uluslararası her olayda öncelikle, haksız olsalar da Hristiyanları/Yahudileri desteklemeyi kendisinin kuruluş ilkelerine uygun addetmiş.
Giriş
Beyin göçü, nitelikli profesyonellerin, araştırmacıların ve uzmanların bir ülkeden diğerine göç etmesi anlamına gelir.
Gazze şeridi içine sıkıştırılmış Filistinlilerin yarım asırdan fazla bir süredir yaşadıkları koşullara duydukları isyanın patlaması, Hamas’ın 7 Ekim’de başlattığı sürpriz saldırı ile dışa vurdu.
Saldırı sürpriz mi, organize mi, gaza getirilme mi, İsrail devletinin inceden inceye planladığı bir organizasyonu mu, tartışma kaldıran apayrı bir konu. Ama bu saldırının sonunun Filistinliler için zorluk ve acı içerdiği belliydi.
Bu bildiride, İslam Ülkelerinin Ortak Savunma Sanayi İşbirliğini oluşturulması kapsamında, bu ülkelerinin çoğunun yer aldığı ana coğrafya olarak, ‘’ASRİCA’’ ülkeleri nezdinde, harp silah ve araçlarının üretimi yanında, askerlik sanatının bir hizmet sektörü uygulaması olarak, ‘’Savunma Hizmet Endüstrisi’’ kavramı şeklinde ortaya konularak, bu faaliyetin her bir İslam ülkesinde giderek yaygınlaşmasını; devletlerin kontrolü altında, yasal bir zemine oturtularak, mevzuat içine alınmaları, ve bu şirketlere İslam Ülkeleri savunma sanayi işbirliği ortamını geliştirmede bir katalizör rolü yüklenmesi gerektiğine, yönelik çabalara değinilecektir.