CIA-NATO çetesi 90’lı yılların başında Ilımlı İslam Projesi kapsamında Türkiye’de Laik – Seküler kesimi kamusal alanda “İslam’ı çağrıştıracak tüm sembollerin yasaklanması ve kamu görevlerinde Müslümanların görev almasına son verilmesi”nin zamanının geldiğine ikna etti.[i]
Böylelikle bir taşla iki kuş vurulacaktı;
Kısaca 28 Şubat olarak anılan postmodern darbe mütedeyyin kesimde ciddi travmalara sebep olurken, Laik – Seküler kesimin zafer sarhoşluğundan acı ile uyanması da çok uzun sürmedi. Balyoz ve Ergenekon gibi davalarla FETÖ tarafından TSK’dan tahliye edilmeye başlandılar. Yani elleri ile büyüttükleri yılan onları da sokmaya başlamıştı.
Dine ve dindarlara her daim düşman olan Laik – Seküler camia Türkiye Cumhuriyeti devletinin vatandaşlarının büyük çoğunluğunu oluşturan mütedeyyin kesimin kendilerine düşmanlık beslemediğini hiç bir zaman idrak edemedi.
Yeni neslin yabancı olduğu bir kelime olsa da bizim nesil Malta denilince ne anlatılmak istendiğini çok iyi bilir.
Malta cezaevlerinde mahkûmların belirli saatlerde izinle çıktıkları ve volta attıkları etrafı duvarla çevrili tavanı gök olan avlu anlamında kullanılır.
Türkiye 24 Haziran 2018 Pazar günü Cumhurbaşkanı ve Milletvekili seçimini yaptı. Seçim sonuçlarının hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.
Seçimin sonucu haftalar öncesinden anketlerde görünmüştü. 24 Haziran seçimlerinde necip milletimiz çok önemli bir mesaj verdi.
Seçim öncesi seçmenle yapılan anketlerde tercih sebepleri sorulduğunda halkımız; sağlık sistemindeki muazzam yenilikler, eğitim öğretim sistemindeki yatırımlar, teknolojik ilerleme ve ilk ve orta öğrenimde kitapların ücretsiz hale gelmesi, ulaşımda yapılan yatırımlar ile Yavuz Sultan Selim Köprüsü, Avrasya Tüneli, Osmangazi Köprüsü, Yeni İstanbul Havalimanı, Çanakkale Boğaz Köprüsü, otoyollar, bölünmüş yollar, hızlı trenin getirdiği devrim niteliğinde pek çok şey sayılmaktadır.
İçeriden bakıldığında manzara bu şekilde çizilmekte ise de Türkiye’ye dışarıdan bakıldığında görülen bambaşka bir şey vardır;
ABD’nin Tel Aviv’deki büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma kararı Türk kamuoyunda ciddi bir tepki uyandırdı. Bu tepkinin büyüklüğünde Türkiye Cumhuriyeti’nin sorunu İslam İşbirliği Teşkilatı ve BM gündemine taşımasının oynadığı rol etkin oldu. İİT ve BM’de alınan kararlar ABD’ye şamar etkisi yaptı.
Oluşan tepki bir süre sonra dinecek, alevlenen gündem sönecek ve bu arada ABD inşasına hazırlandığı büyükelçiliği yapmaya başladığında tekrar mı gündemimize girecek! Böyle böyle yükselip alçalarak dalgalanan tepkilerimiz karşısında İsrail işgal ettiği Kudüs’e başkentini taşıyacaktır. Niçin Filistin işgaline çözüm için uzun vadeli bir strateji planımız yok.
Kudüs’e sahip çıkan 48 İslam ülkesinin dik duruşu ABD’yi Ortadoğu’da etkisizleştirdi, Filistin konusunda devre dışı bıraktı. Uluslararası alanda da destek bulamayan Trump yalnızlığa mahkum oldu.
Yeni İran rejiminin kurulduğu 1979’dan bu yana ilk defa bir İran genelkurmay başkanının Türkiye’yi ziyareti bölge ve dünya kamuoyunda büyük ilgi gördü ve dikkat çekti. Son Katar Krizi ile Arap dünyası içindeki siyasi bölünme, Suriye’de hala sağlanamayan istikrar ve doldurulamayan güç boşluğu İran’ı oldukça rahatsız etmiş görünüyor. Türkiye için de benzer yorumlar geçerlidir. ABD’nin Irak-Suriye- İran- Türkiye dörtgeni içine PKK/YPG ağırlıklı bir Truva Atı monte etme stratejisi her gün daha çok belirginleşiyor. Bu stratejiye İsrail de destek veriyor.
Türkiye’nin uzun menzilli hava savunma sistemleri konusunda S400’leri tercih etmesiyle ilgili oluşturulan tartışmanın ana fikrinde Türkiye’nin NATO merkezinden kayması yer almakta. Bu ana fikir NATO yanlıları tarafından savunulmaktadır.
Halbuki NATO; Türkiye’yi Avrupa’nın Asya ve Afrika’ya karşı güvenlik duvarı olarak algılamaktadır. Bahçenizin duvarı gibi yani… Evinizin dışında… Yaşam alanınızın sınırı… Görevi sadece yaşam alanının korunması… Muhtemel bir saldırı durumunda ilk darbeyi emecek olan birim… Tüm hasarın orada oluşacağı ama yaşam alanımızda herhangi bir hasarın olmasını engelleyecek bölüm… Evet NATO Türkiye’yi aynen bu şekilde görmektedir.
Aksi söz konusu olsa idi Türkiye 40 yıla yaklaşan süredir PKK terörü ile boğuşur muydu? PKK – PYD – DAEŞ bunca zamandır kullandığı kaynağı nereden temin ediyor! Pek çok ülkenin yapamadığı büyüklükte ticaret hacmine nasıl sahip oluyor! Pek çok ülkenin alamadığı silah, mühimmat hatta son teknoloji ürünü silah sistemleri bile bu terör örgütlerinin elinde nasıl bulunuyor! Son kullanıcı belgesi (End User Certificate) ile satışı zorunlu olan bu NATO standardı ürünlerin nasıl oluyor da terör örgütlerinin eline bu kadar sorunsuzca geçtiğini artık sağır sultan bile biliyor!
“Gerçek Hayat Dergisinden Sayın Sevda Dursun ile yapılmış söyleşimiz”
(21 Aralık 2016)
15 Temmuz FETÖ ’nün darbe girişiminden önce de terör saldırıları vardı sonrasında da devam etti. CUMHURBAŞKANIMIZ RECEP TAYYİP ERDOĞAN TERÖR İÇİN TOPYEKÛN SEFERBERLİK DERKEN NE KASTETMİŞ OLABİLİR? SEFERBERLİK SAVAŞ DURUMUNDA İLAN EDİLMEZ Mİ?
Son iki yıllık dönemi incelediğimizde, Türkiye sistemli bir şekilde terör eylemleriyle karşı karşıya bulunmaktadır. Bunu, küresel güçlerin, Ortadoğu’daki isteklerinin Türkiye tarafından kabul edilmemesi sonucu asimetrik güçler kullanılarak, yani terör örgütleri vasıtasıyla Türkiye üzerindeki eylemleri olarak yorumlayabiliriz. Cumhurbaşkanımızın 32. muhtarlar toplantısındaki seferberlik açıklaması, 14 Aralık 2016 tarihinde olmuştu. 10 Aralık 2016 tarihinde Beşiktaş saldırısında 38’i polis olmak üzere 44 vatandaşımız şehit olmuş, birçok vatandaşımız da yaralanmıştı. Bunun acısı henüz geçmeden, Cumhurbaşkanımız, “vatandaşlarıma sesleniyorum, anayasanın 104. Maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti Devletinin başı olarak PKK’sıyla, DEAŞ’ıyla, FETÖ’süyle ve adı, söylemi ne olursa olsun tüm terör örgütlerine karşı milli seferberlik ilan ediyorum. Her kim bu örgütlerin çalışmalarıyla, elemanlarıyla ilgili bir şey görürse, duyarsa, malumat sahibi olursa güvenlik güçlerimize bilgi vermeli” dedi.
Bu çağrıyı normal bir seferberlik ilanı olarak değil de Ülkemizi hedef alan siyasi, sosyal, ekonomik, askeri ve bütün alanlardaki terör olayları, iç ve dış saldırılara karşı Cumhurbaşkanı ve Devletin yönetimi mihverinde birleşerek milli birlik ve beraberliğe çağrı olarak düşünmek lazımdır.
Bu gün Emperyalist Küresel Güçler, Müslüman Devletlerin bünyesindeki etnik ve mezhepsel farklılıkları, kendi içlerindeki hainleri de kullanarak, tahrik ve örgütleyerek, eğitip, donatıp silahlandırıp birbirleri ile çarpıştırarak İslâm Dünyasına kirli ve sinsi "ASİMETRİK ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞINI" yaşatmaktadırlar.
Vietnam, Afganistan ve Irak işgalinden sonra fiili güç kullanarak işgal yeteneğini kaybetmiş olsa da Tek Kutuplu Dünya'da Küresel Güçlerin başını çeken ABD, dünya hâkimiyet savaşını kontrolündeki örgütler vasıtasıyla sürdürmekte ve Ortadoğu'da gerçek oyun kurucu konumunu muhafaza etmektedir.
ASSAM Strateji ve Güvenlik Uzmanlarından Nejat ÖZDEN Ülke TV'de Beşiktaş Saldırısını değerlendirdi.
Program kaydı aşağıda yer almaktadır.
İHH’nın “Internationale Humanitaere Hilfs Organisation”, “İnsani Yardım Vakfı” düzenlemiş olduğu ve aynı zamanda Diyanet İşleri Reisimiz Mehmet Görmez’in de açık destek verdiği yardım konvoyu 14 Aralık ta Reyhanlı/Hatay’a doğru yola çıkmıştı.
Kazlıçeşme meydanında toplanan “Halep’e Yol Açılsın” konvoyuna bizde ASDER ve ASSAM ekibi olarak katılmıştık. Kuruluşumuzdan itibaren adaletin tesisine gayret eden bizler tüm dünyanın gözlerini kapadığı bir katliamı görmezden gelemezdik. Duyarlı her vatandaşımız gibi bizde arkadaşlarımızla orada hazırdık.
ABD 20. yüzyılın başından itibaren, dünya tarihinin en kanlı I. ve II. Dünya Savaşlarının sonunda Hiroşima ve Nagazaki'de yüzbinlerce sivilin hayatına mal olan, atom bombasının yıkımı üzerine inşa ettiğidünyamızda tek süper güç olduğunu ilan etmişti.
ABD’nin savunduğu Kapitalizmin bu başarısı sadece savaş ve çatışmalarla değil, ekonomik, askeri (NATO) bloklaşmayla hakimiyetini sürdürecek politikaları dayatmasıydı. Soğuk savaşın bitmesi ile rakibinin çöküşü Amerika Birleşik Devletlerini emsalsiz bir güç konumuna getirdi. Amerika dünyanın ilk ve aynı zamanda tam anlamıyla gerçek küresel gücü oldu. ABD teknolojisini, ekonomisini ve askeri gücüyle dünyamızda kendine bağımlı güdümlü devletler oluşturdu. Amerikan Kültürünü hayat tarzını dayattı, bunları benimsemeyen dışında kalan ülkeleri barbar olarak tanımladı.
Dünyanın 160 ülkesinde okullar kuran bir teşkilatın başının dünya hâkimiyeti için mücadele veren ABD’de olmasının, Fethullah Gülen’in Amerika tarafından kullanıldığının bir göstergesi olduğunu söyleyen Emekli Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi, darbe girişiminin arkasındakilere dikkat çekti.
Son günlerde ısınan Azerbaycan Ermenistan sorunu 100 yıllık geçmişi göz ardı edildiğinde anlaşılması mümkün olmayan bir problem olarak karşımıza çıkıyor. Sorunun tarihi köklerini özetle ele alan 9 Ağustos 2014 tarihli Aljazeera haberi konuyu daha iyi anlamamıza destek oluyor;
Kökenleri yaklaşık yüz yıl öncesine dayanan sorun, 1992'de Azerbaycan ile Ermenistan'ı savaşa sürükledi. İki ülke, 1994'te biten savaş sonrası sadece ateşkes anlaşması imzaladığı için hâlâ resmen savaş halinde. Bölge o günden bu yana Ermenistan işgali altında.